
BÜTÜNCÜL PSİKOTERAPİ PERSPEKTİFİNDE RÜYA ANALİZİ; OLGU SUNUMU:NERGİS VAKASI
15 Ocak 2018
Haftalık Psikoloji Notları 1
1 Ağustos 2018ÖFKE DUYGUSUNUN VAROLUŞSAL, PSİKANALİTİK VE DUYGU ODAKLI YAKLAŞIMLARA GÖRE İNCELENMESİ
Varoluşçu-İnsancıl Yaklaşım
Varoluşçu yaklaşımcılar öfkeyi; insanın ölüme, işlenmemiş potansiyele ve yaşamın anlamsızlığına karşı tepkide bulunması olarak açıklarlar. Varoluşçular bireylerin öfke duygusunu birbirinden farklı yaşadığını belirtir. Bireyin öfkesi, yaşama karşı kendisini güçsüz ve çaresiz hissetmesiyle ilişkilidir. Örneğin; sevdiği birisini kaybeden bir kişi öfke duyabilir. Kişinin duyduğu bu öfke, ölüme karşı çaresiz kalmanın bir sonucudur. Varoluşçulara göre öfke sadece insanlara ait bir duygudur. Öfke kaçınılmazdır ve her insan öfke duygusunu farklı boyutlarda yaşar (Akt. Akdeniz, 2007:21).
Fritz Perls’e göre insan, kendi olumsuz duygularının sorumluluğunu tıpkı başkalarına yansıttığı öfkedeki gibi üstlenmelidir. Kişi başkalarına duyduğu öfkenin ortaya çıkardığı, kendisine yönelik eleştirici tutumlarını kabul etmediği için, bu duygularını başkalarına yansıtır. Karşısındaki kişinin öfkeli olduğuna inanır. Birey kendisinde var olduğu halde kendisinde yokmuş gibi yaşadığı öfkesini kendisine mal ettikçe zenginleşir. Birey kendisini kendi düşüncesi içinde algılar. Bunu gerçekleştiremediği takdirde Heidgger’in varoluş suçluluğu dediği olguyu yaşar (Geçtan,1990, Akt: Özmen, 2004:48)
Benlik kuramı olarak da bilinen ve Carl Rogers tarafından geliştirilen bu kurama göre, tüm bireyler dünyaya “kendini gerçekleştirme eğilimi” temel güdüsü ile gelir. Birey kendisinden istenildiği gibi davrandığında kabul edilmeyi, değerli olmayı öğrenir. Bu sayede kendini kabul düzeyi de artar. Kendi olumsuz benlik yapısında kabul düzeyi düşük ve güçsüz kişilerin özsaygılarının da düşük olacağını ve buna bağlı olarak kendini gerçekleştirme yönündeki doyumsuzluğunun sonucunda kaygı, saldırganlık, suçluluk duygularının ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Kişi öfkeli, bencil ve etkisiz tutumlarını, gelişimi sırasında karşılaştığı olumsuz koşullar karşısında geliştirmiştir (Geçtan, 1990).
Rogers’a göre birey için en iyisi olabilme ve bu konuda çaba gösterme ‘kendini gerçekleştirme eğilimi’ olarak adlandırılır. Bu durum tüm canlılar için geçerlidir. İnsanlar farklı olarak doğuştan getirdikleri özeliklerinin beraberinde kendilerine ait bir benlik anlayışı da oluştururlar. Bireyin benlik kavramını ve kim olduğu ya da ne yapmak istediği konusunda potansiyelini geliştirme çabası ise kendini gerçekleştirme eğilimi olarak tanımlanmaktadır. Bireyler duygu, tutum ve davranışları ne olursa olsun çevrelerinden sevgi, saygı, yakınlık görürlerse kendilerini gerçekleştirebilirler (Akt. Akdeniz, 2007).
Potansiyellerini tam kullanan kişiler, duygularını başka insanlara göre daha yoğun bir şekilde yaşarlar. Bu hem olumlu hem de olumsuz duygular için geçerlidir. Yani, potansiyelini tam kullanan kişilerde öfkelerini kabul eder ve dışa vurur. Başka türlü davranmak kendilerini duygularından tamamen koparmak demek olur (Burger, 2006:425). Kendini gerçekleştiren birey öfkesinin nedenini bilir ve doğru bir şekilde ifade eder.
Rogers’e göre alt algılama, benlik kavramıyla çelişen ve tehdit eden yaşantıların dışlanması veya değiştirilmesi şeklinde yaşantıların filtrelenmesidir. Birey böylece bilinçli olarak farkında olma veya algılamada, söz konusu yaşantıların anlamını ayırt edebilmektedir. Alt algılama süreci benlik kavramının şu andaki yapısına ve benlik kavramları takımına karşı tehditlere tepki olan bir savunma mekanizmasıdır. Kaygı organizmadaki benlik kavramı ile yaşantı arasındaki tutarsızlık veya farklılık şeklindeki alt algılamaya tepki olarak ortaya çıkan gerilim ve rahatsızlık durumudur (Nelson-Jones, 1995:25). Öfke de kaygı gibi alt algılamaya tepki olarak ortaya çıkan saldırganca bir duygudur.
Sartre’ya göre geçmişle bugünkü yaşamımız arasındaki boşluk, hiçlik, ne yapacağımızı seçme özgürlüğümüzü ve seçimlerimizi açıklamadaki yetersizliklerimiz yaşadığımız duygusal problemlerimizin kaynağı durumundadır. (Corey, 2005:151)
Kuramcılar öfkeyi; insanın ölüme, işlenmemiş potansiyele ve yaşamın anlamsızlığına karşı tepkide bulunması olarak açıklarlar. Öfke kaçınılmazdır, insana özgüdür ve her insan öfke duygusunu farklı yaşar. Kişinin öfkesi, yaşama karşı kendini çaresiz ve güçsüz hissetmesidir. Geçmiş yaşantılara ilişkin olumsuz duygular bireyin değişimi için engel oluşturur (Nelson-Jones, 1995).
Psikanalitik Kurama Göre Öfke
Freud’un Psikanalitik kuramına göre, insan yaşam ve ölüm içgüdüsü olmak üzere iki temel güdü ile doğar. Yaşam içgüdüsü, organizmanın yaşamda kalmasını sağlayan ve türünün devamını sağlayan bir güdü iken; ölüm içgüdüsü organizmayı tahrip ederek başlangıçtaki inorganik formuna dönüştürmek amacındadır. Psikoanalitik kurama göre saldırganlık insanın biyolojik kalıtımının bir parçasıdır. İnsanlarda görülen saldırgan davranışlar da ölüm içgüdüsünün önemli bir türevidir.(Geçtan, 2004)
Psikanalitik Yaklaşımın öfke duygusu ile ilgili açıklamaları incelendiğinde bu yaklaşımın, öfke duygusunu saldırganlığın bir boyutu olarak ele aldığı görülmektedir. Psikanalitik yaklaşıma göre, insan davranışları iki temel içgüdü tarafından yönlendirilir. Bu iki temel içgüdü, biri yaşam diğeri ise ölüm içgüdüsü olarak adlandırılan eros ve tanatosdur. Freud, yaşam içgüdüsünün türevinin cinsellik, ölüm içgüdüsünün türevinin ise saldırganlık olduğunu savunur (Geçtan,1990).
Brenner (1998), Psikanalitik yaklaşımın ilk yıllarında Freud’un, saldırganlığı ruhsal yaşamın bağımsız bir etkeni olarak görmediğini ifade ederek, bu kavram üzerinde Freud’un cinsellik kadar durmadığını bildirmektedir. Psikanalitik yaklaşımda öfke duygusunun işlevi daha çok bu kuramın önemli kavramlarından biri olan boşalım (katarsis) kavramı bağlamında vurgulanmaktadır. Organizmada herhangi bir gereksinim hissedildiğinde bir gerilim ortaya çıkar. Bu gerilimin ortadan kaldırılması amacıyla organizma gerginlik öncesi duruma dönmek amacıyla harekete geçer. Organizmanın önceki durumuna dönebilmesi için, bu gereksinim nedeniyle biriken enerjinin boşaltılması gerekir. Bu açıklamaları doğrultusunda psikanalitik yaklaşıma göre, öfkenin ifade edilmesi bireyde biriken enerjinin yarattığı gerilimin azalmasına yol açacaktır. Dolayısıyla öfke, biriken bu enerjinin boşaltılmasının bir yolu olarak görülür. Biriken enerjinin ifade edilmesi bireyde bir boşalım (katarsis) ve rahatlama sağlayacaktır. Öfke, psikanalitik bakış açısıyla içgüdüsel bir güçtür. Psikanalitik yaklaşımda öfke duygusunun ortaya konulması, organizmaya ait bir katarsis aracı olarak yorumlanmaktadır (Akt. Özmen, 2006)
“Saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir. İnsan diğer insanlarla savaşır ya da onlara karşıt davranışlar geliştirir. Çünkü kendini yok etme isteği ve yaşam içgüdüleri birbirlerini etkisiz kılabilir ya da biri diğerinin yerine geçebilir. Cinsel içgüdünün türevi olan sevgi, ölüm içgüdüsünün türevi olan nefreti nötrleştirebilir ya da sevgi nefretin, nefret sevginin yerine geçebilir” (Geçtan, 2004:31).
Freud birçok içgüdüyü, iki temel içgüdünün ilkel temel gereksinimine bağlar. Bu gereksinimler içinde enerjik süreçlerin dalları ve temsilcileri bulunur, bunlar sürekli yeniden bir oluşum geçirir ve gerilimlere yol açar ve bir rahatlama ister. Freud bu iki zıt temel içgüdüyü “Eros” ve “ölüm tepkisi” olarak adlandırır. Bununla birlikte sorun insanda gizli kalan ölüm içgüdüsünün beklemede mi yoksa davranışa mı dönüşmesidir. Freud’dan sonra gelen araştırmacıların bu iki temel içgüdüyü, iki temel enerji olarak ifade etmelerinin nedeni budur. Bu enerjilerden biri “cinsel enerji” diğeri ise “saldırganlık”tır (Mitscherlich,2000:8).
Freud’a göre, çocukta kişiliğin oluştuğu temel gelişim dönemlerinde saldırganlık ve öfke duyguları oluşmaktadır. Yaşamın ilk dönemi olan oral dönemdeki, oral saldırganlık olan ısırma, çiğneme, tükürme ve ağlama tepkileri, insanda var olan yıkıcı eğilimlerin ilk belirtileridir (Geçtan, 2004:33). Bu dönemde takılıp kalma ya da bu döneme geri dönüş, saldırgan davranışların temeli olarak kabul edilmiştir. Sözel saldırganlıktan cinayete kadar varan geniş davranış yelpazesinde yer alan bütün belirtilerin kökeninde oral dönemin izleri görülür. Çok konuşan, başkalarını kötüleyen, iğneleyen, alaya alan, suçlayan kişiler bu dönemle ilgili saplantılarının tutsağı olduğu gibi, çabuk öfkelenen, kızan, bağırıp çağıran, vurup kıran insanlar da gelişmemiş oral dönemi yaşamaktadırlar.(Köknel, 1986:198-189). Diğer bir dönemde anal dönemdir. “Kişiliğin şekillenmesinde anal bölge haz kaynağıdır. Gelişime ait başlıca olgular, bağımsızlığın öğrenilmesi, kişisel gücün kabul edilmesi, öfke ve saldırganlık gibi duyguların nasıl ifade edileceğinin öğrenilmesi gibi olgulardır”( Corey, 2008:75).
Freud’a göre, öfke duygusunun ve saldırganlığın gelişmesini etkileyen diğer bir dönem ise fallik dönemdir. Genellikle 3-4 yaşlarında anal dönemden fallik döneme geçen çocukta, başlangıçta cinsel bölge doyum kaynağıdır, fakat amaç kaka ve idrar yapmaktır. Başlıca haz kaynağı cinsel organdır bu dönemde Odipal kompleks denen, çocuğun karşı cinsteki ebeveyne cinsel yakınlık ve ilgi duyma yaşantısı yer alır. Ana-babaya aynı zamanda duyulan sevgi ve kıskançlık ya da düşmanlık duyguları çocukta çatışma ve kaygı yaratır. Yaşanılan çatışma ve kaygı bireyde suçluluk ve öfke duygusuna yol açar. Bu süreçten kurtulmak için aynı cinsiyetteki ebeveynle özdeşim kurarak çözümlenmeye çalışılır (Özkalp, 2005:249).
Freud’a göre iki temel eğilimimiz olan saldırganlık ve cinselliğin toplum tarafından onaylanmaması bunların birey tarafından bastırılmasına neden olur. Bastırılan bu eğilimler kişide korkuya, anksiyeteye, kaygıya yol açmaktadır (Cüceloğlu, 2004:31).
Freud korkunun, anksiyetenin, kişinin kabul etmediği idin cinsellik ve saldırganlık istekleri ile ego ve süper egonun dayattığı sınırlamalar arasında yaşadığı bilinç dışı çatışmalardan kaynaklandığını ifade eder. Bu bilinç dışı çatışmalar sonucunda kişi kendini bir tehditle karşı karşıya hisseder. Bu tehditler toplumsal değerlere ters düştüğü için kişi kendisini suçlamaya başlar. Kişinin yaşadığı bu çatışmalar ve suçlamalar kişide öfkeye neden olur (Atkinson C., Atkinson, Smith, Bem ve Hoeksema, 1999:505). Bundan dolayı yaşamın her döneminde belli kişilere yönelik öfke ve düşmanlık görülür.
Freud’a göre saldırganlık, bilinçaltının en derinliklerinde yer alır. Bundan dolayı tedavide bilinç dışındaki bu duygu bilince çıkartılmaya çalışılır. Egonun içgüdülerin farkına varmasının sağlanması amaçlanır. Böylece onları yönetmesi kolaylaşacaktır. Bu sayede ego hakimiyeti sağlanır ( Corman, 2005).
Öfke ve saldırganlıkla ilgili önemli açıklamalardan bir diğeri ise engellenme-saldırganlık hipotezi’ dir. Engellenme-saldırganlık hipotezi, psikanalitik yaklaşımı temel alan bir görüştür. Psikanalitik yaklaşımın daha sonraki temsilcileri, “herhangi bir amaca ulaşma çabası engellendiğinde bireyde incitme davranışını güdüleyen bir öfke duygusu ortaya çıkar” biçiminde bir hipotezi ortaya atmış ve savunmuşlardır. Engellenme saldırganlık hipotezi ile ilgili açıklamalar incelendiğinde, yapılmış olan açıklamaların iki yönünün bulunduğu görülmektedir. Bunlardan biri, öfkenin olağan nedeni engellenmedir. İkincisi ise, öfke ve saldırganlığın doğuştan gelen bir dürtü olduğu ve amacına ulaşıncaya kadar süren bir enerji biçimi özelliği taşımasıdır (Akt. Atkinson ve diğerleri,1999)
Tsai’nin (2000) bildirdiğine göre, öfkenin ifade edilmeyerek bastırılması enerjinin içte tutulması içsel baskıyı yükseltirken, birey onu kontrolde tutmak için yoğun bir enerji harcar. Öfkenin bastırılması, birey için tehlikeli ve sağlıksız bir durum ortaya çıkarır. Psikanalitik yaklaşıma göre, öfkenin sürekli bir biçimde bastırılması psikolojik ve fizyolojik sağlığın bozulmasına yol açar. Psikanalitik yaklaşım öfkeyi, önemli ve ifade edilmesi gereken bir duygu olarak görür. Freud’un açıklamalarına paralel açıklamaları bulunan Lorenz’e göre insanda var olan saldırganlık, sürekli akan bir enerjinin beslediği bir içgüdüdür. Bu içgüdüde birikmiş olan enerjinin, belirli bir düzeye ulaştığında herhangi bir dış uyaran olmaksızın bir patlama biçiminde ortaya çıkma olasılığı da vardır. Psikanalitik yaklaşımın açıklamalarında, öfkenin içte tutulmasının organizma üzerinde pek çok olumsuz sonuçlarının olabileceği anlaşılmaktadır(Akt. Özmen, 2006)
Duygu Odaklı Yaklaşıma Göre Öfke
Duygu Odaklı Yaklaşıma göre, öfke ve diğer duygular sağlıklı yaşamın kalitesini yükseltmek için önemli ve değerli olsa da, öfkenin hatalara neden olacağı bir çok neden vardır. İhtiyaçlar ve hedeflerle ilgili durumların otomatik olarak değer biçilmesine dayanan sağlıklı çekirdek duygu niteliğini taşıyan öfke, insanlara nasıl davranacakları konusunda sağlıklı bir rehber sağlayan duygudur ve ayrıca bu öfke duygusu insanların olaylara karşı tepkileri konusunda onları bilgilendirirler. Bu tür öfke duygular insanlara bir şeyin onlar için iyi mi kötü mü olduğunu söylerler ve insanların, onlar için en önemli şeyin ne olduğunu ve ona nasıl cevap vermeleri gerektiğini anlamalarına yardımcı olurlar. Bu duygular insanları, kendilerini tehlikede hissedip hissetmedikleri konusunda veya önemli bir şeyi kaybedip kaybetmedikleri konusunda veya mekân duygularına saldırılıp saldırılmadığı konusunda uyarabilir.
Duygu odaklı yaklaşımda öfke için ilk adım her zaman, ne hissettiklerinin farkına varmalarında insanlara yardım etmektir. Bir diğer önemli adım ise, danışanın hissettiği öfkenin, danışana rehberlik etmesi gereken sağlıklı bir birincil duygu olup olmadığını veya değiştirilmesi gereken maladaptif bir duygu olup olmadığını değerlendirmeyi içerir.
Öfkenin Birinciladaptif Öfke Olup Olmadığını Değerlendirmek
Öfke en güçlü ve acil duygulardan biridir. Öfkenin, kişinin diğer insanlarla olan ilişkileri üzerinde ve ayrıca kişinin kendi işleyişi üzerinde büyük bir etkisi vardır. Öfke yaşamsal veya yıkıcı olabilir. Öfke, saldırgan veya saldırı eğilimli davranışı içeren saldırganlıkla karıştırılmamalıdır. Öfke duymak saldırgan bir şekilde davranmak anlamına gelmez; insanlar hiç öfke duymadan da saldırgan olabilirler. İnsanlar eğer bir değişiklik yapacaklarsa öfkelerinin kaynağını bilmelidirler(Greenberg, 2015).
Aristo öfkeyi, bizim veya arkadaşlarımızın adil olmayan bir şekilde küçümsendiğimiz inancından kaynaklanan bir şey olarak görüyordu ve saygısız ve saygısızlıklarıyla bizi inciten insanlara kızdığımızı iddia ediyordu. (Akt. Greenberg, 2015). Öfke en etkili şekilde bir bebeğin kolları, onları hareket ettiremeyeceği şekilde tutulursa ateşlenir. Öfke, bir insanın yapmak istediği bir şeye müdahaleyle harekete geçirilir. Bir insanın sevdiklerine veya kendisine yapılan bir saldırı veya müdahale adaptif birincil öfkeyi ateşler. Bir insan kendisine zarar veren bir hareket için öfke anında diğer insanı sorumlu tutar. Bu duruma da, diğer insanın başka türlü davranabileceği çünkü saldırgan davranış üzerinde kontrolü olduğu inancı eşlik eder.
Bir insanın dünya görüşünü şekillendiren kategorileri oluşturmada aklın gücünün güçlü inananlarından olan Immanuel Kant (1953) tembelliği önlemede öfkenin öneminin farkına 200 yıldan fazla zaman önce varmıştı ve bu “inatçı kapasite” için kaderine şükretmişti. Kant, insanların uyum istediğini fakat doğanın türler için neyin iyi olduğunu daha iyi bildiğini iddia etmiştir. İnsanların dargın ve öfkeli oldukları net bir şekilde belli olduğu zaman öfkeleri, kişisel sınırlarının ihlal edilmesini korumaya yardımcı olur(Akt. Greenberg, 2015).
Adaptif birincil öfke çoğunlukla kişi sebebini gerçekten bilmeden harekete geçer. İnsanların, “beni incitiyorsun” gibi bilinçli düşüncelerinin olması gerekmez; yalnızca incitilmiş hissederler. Daha sonra da öfkeli düşünceleri düşünmeye başlarlar. Öfke, bilinçli düşüncelerle etkinleştirilebilir fakat çoğu zaman öfke düşünce olmadan harekete geçirilir. Bir bebeğin ilk öfke ağlaması çevre hakkındaki bilinçli düşüncesine dayanmaz. İnsanlar da yorgun, heyecanlı veya stresli oldukları zaman daha çabuk öfkelenirler. Serbest yüzen sinirlilik herhangi bir bilinçli düşünceden kaynaklanmaz ve kişi sinirli bir ruh halinde olduğu zaman hissedilen öfke, ruh hallerinin duygu ve düşünce üzerindeki etkisi yüzünden daha uzun sürer ve yönetilmesi daha zordur. Aslında öfke, belli ilaçlar ve hastalıklar tarafından ve hatta elektriksel uyarılma tarafından, belli bir düşünce veya karşılaşmaya bağlı olmadan başlatılabilir. Öfkeye insanların hayatları boyunca kolaylıkla erişilebilir. Öfkenin temel bir kaynak olduğu açıktır. Aşağıdaki alıştırma insanlara bu kaynağa ulaşmaları için yardımcı olabilir(Greenberg, 2011).
Öfkenin Birincil Maladaptif Öfke Olup Olmadığını Değerlendirmek
Çekirdek öfke, bir insanı zarar görmekten ve saldırıdan koruma işlevini yerine getirmediği zaman veya yıkıcı olduğu zaman maladaptiftir. Kibarlığa veya yakınlığa verilen öfkeli tepkiler, önceki sınır ihlallerinden veya hiç kimsenin hiçbir şeyi bedava yapmadığına olan inancın tarihçesinden gelebilir. Eğer bir insan gerçek ve insanları kullanmayan kibarlığa öfkeli bir şekilde tepki veriyorsa maladaptiftir. Bu tür bir öfke, öğrenilmiş korku tepkilerine benzer. Bu tepkiler de eğer bir çocuğun, ebeveynleri tarafından sürekli istismara uğradığı bir geçmişi varsa ortaya çıkabilir (Greenberg, 2015).
Yıkıcı öfke ve sinir genellikle şiddete tanık olma veya şiddete maruz kalma geçmişinden gelir ve bunlar ilişkilerde gerçek problemlere sebep olur. Bazı insanlar diğer insanlara kontrolsüz öfke gösterirler, birçok durumda dengesizdirler, incir çekirdeğini doldurmayacak şeylere öfkelenirler ve neden olduğunu bilmeden kolayca sinirlenirler. Bu tür yoğun uyarılma genellikle geçmiş olaylarla bağlantılıdır ve insanlar çoğunlukla böyle bir uyarılmayı kapatmaya çalışırlar. Geçmişlerinde şiddetten muzdarip olmuş ve maladaptif öfkeye sahip insanlar öfkelendikleri zaman öfke, bir patlama için tetik görevi görebilir. Terapide bu insanların, patlamalarından önce ne yaşadıklarına dikkat etmeyi öğrenmeleri gerekir. Terapistlerin öncelikle, insanların yoğun ve ezici duyguyla başa çıkmalarına yardım etmesi gerekir ve daha sonra da terapinin güvenli ortamında öfkeleriyle ilgili tüm duygu ve inançları kabullenmeyi ve ayrıca sevilmek konusunda karşılanmamış bir ihtiyacın sebep olduğu diğer bir duyguyla (genellikle korku veya hüzünle) nasıl iletişim kurulacağını öğrenmelerine yardım etmesi gerekir. İnsanların maladaptif öfkesi genellikle kime veya neye öfkeli olduklarıyla ilgili değil, karşılanmamış ihtiyaçlarıyla ilgilidir. İnsanlar bunu anladıkları zaman bu deneyimi yönlendirmeye başlayabilirler, dolayısıyla da öfkelerini engelleyebilirler(Greenberg, 2015).
Maladaptif öfke aynı zamanda, öz saygıda hissedilen azalmaya tepki olarak ortaya çıkar ve kişilerarası birçok zorluğa sebep olur. Bu öfke genellikle o an için kendini haklı görür. Kişi, haksızlığa uğramış hisseder ve diğer kişiden aldığı tüm iyi şeyleri gözden kaçırır. Kişinin saygısı ne kadar kırılgan olursa ilişkinin olumlu taraflarıyla olan irtibatını da o kadar kolay kaybeder. Bu durumda da tüm hissedilen azalmadır ve diğer kişide tüm görülen de kötü taraflardır. Çoğunlukla danışanlar, öfkeleri konusunda sonradan kötü hissederler fakat bu suçluluk duygusu değişime yol açmaz. Bu insanlar bu maladaptif öfkenin üstesinden daha iyi bir şekilde gelmeyi öğrenmelidirler. Öfkenin problemi, içerdiği davranışlarla ilgilidir. Farklı nedenler ve farklı öfke türleri için farklı stratejiler gereklidir. Hayal kırıklığı veya reddedilmedeki öfkeyle saldırıdaki veya başkalarının öfkesine verilen karşılıktaki öfke aynı değildir. Sevilen birini incitme veya ona zarar verme girişimleri, o kişi tarafından incitilme veya hayal kırıklığına uğratılmaya verilen etkisiz tepkilerdir. Dolayısıyla duygusal zekâ öfkeyi doğru şekilde ve doğru zamanda ifade etmeyi kapsar(Greenberg, 2015).
İkincil Bir Duygu Olarak Öfke
Öfke tepkilerinin çoğu, altta yatan acı ve güçsüzlük duygularını maskeler. Öfkenin üstesinden gelirken kafa karıştıran konulardan biri de öfkenin çekirdek bir tepki olmaktan ziyade çoğu zaman savunmacı bir duygu olmasıdır. Böyle durumlarda diğer duygular veya stresler öfkeyi besler. Öfke bir kere harekete geçirilince o da daha öfkeli düşünceler üretir. İnsanlar öfkeli olduğu zaman daha fazla öfke üreten öfkeli düşünceler çoğu zaman akıllarından geçebilir. Çabuk öfkelenen insanlar öfkeleriyle başa çıkmanın yollarını öğrenmelidir ve öfke kontrolden çıkmadığı zaman mola vermek ve 10’a kadar saymak gibi teknikler yararlı olabilir. Öfkeyi düzene sokmaktaki bir başka önemli beceri de yükselen çekirdek öfke yoğunlaşmadan önce erken bir zamanda onun farkına varmak ve onu ifade etmektir. Bu, yükselen öfke sırasını engellemekte önemli bir araçtır(Greenberg, 2015).
İnsanlar öfkeyi, diğer duygulardan gelen stres ve acıyı bloke etmek için bir yol olarak da kullanabilir. Öfkeli hissetmek, öfkeden daha rahatsız edici olabilen korku veya acı gibi diğer duyguların farkındalığını ortadan kaldırır. Öfkeyi ifade etmek kas gerginliklerinin gevşemesine ve söz konusu diğer duygularla ilgili yüksek uyarılma seviyelerinin düşmesine yardımcı olabilir. Dolayısıyla, korkmuş bir ebeveyn sokağa doğru koşan çocuğa öfkeyle tepki verebilir. Bu ikincil öfke hızlı bir sıradan ötürü oluşur. Bu hızlı sırada ebeveyn tehlikeyi fark eder, korku hisseder, çocuğu suçlar, öfkelenir, daha sonra da korku duyusunu bırakmak için harekete geçer. Benzer şekilde, eleştirildiği veya reddedildiği zaman acı hisseden bir insan durumun adil olmadığına karar verebilir ve diğer insanın yaptığının yanlış olduğu sonucuna varabilir. Yine benzer bir şekilde öfke anlık olarak suçluluk duygusunu, depresyonu ve değersizlik duygularını siler; suçluluk duymak veya değersiz hissetmekten ziyade kişi diğer kişiyi suçlayabilir veya eleştirebilir. Bu, sıklıkla çiftlerin kavgalarında ve ebeveyn – çocuk tartışmalarında olur. Üzgün veya hayal kırıklığına uğramış hissetmektense insanlar, acı veren duyuları ve düşünceleri yok etmek için bir şeye veya başka birine öfkelenirler(Greenberg, 2011).
Öfke, öz saygının kaybının utancı veya kırılgan bir kendiliğin korkusu ile ilişkili olarak oluşur ve onları maskeler. İnsanlar genellikle reddedildikleri veya aşağılandıkları zaman utanç hisseder çünkü bunlar çok acı veren duygulardır ve öfke onları kaplar. Evlilikteki şiddetin çoğu, tacizcinin (çoğu zaman erkek) kendi güçsüz bağımlılığının üstesinden gelemediği bir utanç-öfke döngüsünden kaynaklanır. Erkek güçsüz hissettiği zaman utanç hisseder ve çekirdek utanç duygusunu maskelemek için öfkeyle patlar. İlk sağlıklı öfke tepkisinin, öfkeyi derece derece şiddetlendiren duygu ve düşüncelerin sağlıksız sırası tarafından ikincil bir öfkeye nasıl dönüştürüldüğünü anlamak da önemlidir. Bu sıra içinde birbirini izleyen her provokasyon (bir düşünce, bir algı veya bir etkileşim) yeni öfke dalgaları için bir tetik haline gelir ve bu dalgaların her biri bir önceki ana dayanır. Akıl tarafından hafifletilmemiş öfke kolaylıkla şiddete doğru patlar. Dolayısıyla, öfkeye yol açan çaresiz bağımlılık veya utançla ilişki kurabilmeye ve onu dönüştürebilmeye ek olarak, öfkeye katkıda bulunan düşünceleri paketlerinden çıkarıp boşaltmak da önemlidir. Çekirdek maladaptif öfkeyle utanca karşı ikincil olan öfkeyi birbirinden ayırmak genellikle zordur. Çekirdek maladaptif öfke aniden tetiklenir ve daha çok travma sonrası parlama ve geçmiş şiddete karşı bir tepki gibidir, buna karşılık ikincil öfke utanç veya korkuyu takip eder. Duygu koçları danışanlarının süreçlerini takip ettiği sürece ve tüm hissettiklerini fark etmeleri konusunda onlara yardım ettiği sürece bu iki öfkeyi birbirinden ayırmak o kadar da kritik bir öneme sahip değildir. Her iki durumda da kişinin öfke uyarılması düzenlenmelidir ve daha sağlıklı başka bir duyguya ulaşılmalıdır.
Yaygın bir başka tür ikincil öfke de yaptıkları veya hissettikleri bir şey için insanların kendilerine kızmasıdır. İkincil öfkenin bu şekli genellikle saldırgan bir özeleştiri şeklini alır. Kişinin kendine öfkelenmesi genellikle daha fazla utanç, başarısızlık, suçluluk veya depresyon duygularına yol açar. İnsanlar bunalımlı, muhtaç veya korkar hissettikleri için kendilerine kızabilirler. Bu durumlarda öfkelerini devre dışı bırakmaları ve onun yerine dikkatlerini çekirdek duygularına vermeleri gerekir (Greenberg, 2015).
Aracı öfke, öfkenin öğrenilmiş kullanımıdır. Bu kullanımda kişi öfkeyi, diğer insanları kendi çıkarına kontrol etmek için bir araç olarak kullanır. Öfkelenmek birisini kontrol etmek için etkili bir yoldur fakat genellikle diğer insanın sert, kırgın ve mesafeli olmasıyla sonuçlanır. Bu tür öfkenin üstesinden gelmenin en iyi yolu kişinin temel motivasyonunu ve amaçlarını anlamak ve onun bu amaçlara ulaşması için farklı yollar geliştirmesine yardımcı olmaktır.
Birçok insan öfkelerinin aracı işlevinin farkında değildir ve güdümlemeleri de çoğu zaman kasıtlı değildir (Greenberg, 2015).
Kaynakça
Akdeniz, M. (2007). Öfke kontrolü eğitiminin lise öğrencilerinin öfke kontrolü becerilerinin etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisan tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Atkinson, R. L., Atkinson, R. C., Smith, E. E., Bem, D. J. ve Nolen-Hoeksema, S. (1999). Psikolojiye giriş. Çeviren: Y. Alogan. Ankara: Arkadaş Yayınları
Burger, J. M. (2006). Kişilik. Çeviren: İ. D. Erguvan Sarıoğlu. İstanbul: Kaknüs Yayınları
Corey, G. (2008). Psikolojik danışma kuram ve uygulamları. Çeviren: T. Ergene. Ankara: Metis yayıncılık
Corman, L. (2005). Psikanaliz açısından çocuk eğitimi. Çeviren: H. Portakal. İstanbul: Cem Yayınevi.
Cüceloğlu, D. (2004). İnsan ve davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gençtan, E. (1990). Varoluş ve psikiyatri. İstanbul: Remzi Kitabevi
Gençtan, E. (2004). Psikanaliz ve sonrası. Ankara: Remzi Kitabevi
Greenberg, L.S.( 2011).Duygu odaklı terapi. S. Kızıltaş (Çev.). T. Özakkaş (Ed.).Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları.
Greenberg, L.S.( 2015). Duygu odaklı terapi. S. Balcı Çelik (Çev.). Nobel Yayınları.
Köknel, Ö. (1986). Kaygıdan mutluluğa kişilik. İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
Mitscherlich, A. (2000). Barış düşüncesi ve saldırganlık. Çeviren: H. Portakal. İstanbul: Cem Yayınevi.
Nelson-Jones, R. (1995). Danışma psikolojisi kuramları. Çeviren: F. Akkoyun. Ankara. Nobel Yayınları
Özkalp, E. (2005) Sosyolojiye giriş ve yöntem E. Özkalp (Ed.), Davranış bilimlerine giriş içinde ( s.8) Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını.
Özmen, A. (2006). Öfke: Kuramsal Yaklaşımlar ve Bireylerde Öfkenin Ortaya Çıkmasına Neden Olan Etmenler, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 39( 1), 39-56
Özmen, S. K. (2004). Aile içinde öfke ve saldırganlığın yansımaları. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 37(2), 27-39