
ÖFKE DUYGUSUNUN VAROLUŞSAL, PSİKANALİTİK VE DUYGU ODAKLI YAKLAŞIMLARA GÖRE İNCELENMESİ
16 Ocak 2018Bulumia Nevroza & Anoreksiya Nevroza
4 Ağustos 2018Bu yazı sevgili meslektaş adayım Şahin VURAL ile haftalık yaptığımız psikolojiye dair bir sohbet kesitidir:
Ş: Şahin VURAL
H: Hasan DEMİR
Ş: Somatoform Bozukluğu’ndaki bozulmuş beden algısının ruhsal süreçlerle bağlantısı nasıldır?
H: Bilinçaltıyla ilgili bir durumdur bu. Bilinçaltı sistemi, insanın bir organının şeklini bile değiştirebilir. Bu hipnoz çalışmalarında da ortaya çıkan bir durumdur. Mesela, hipnoz çalışmalarında bilinçaltına telkin verilir ve kişi elinin yandığını hissedebilir. Zihin sistemi, bu acıyı kişinin vücudunda yaratabilir. Somatoform Bozukluğu’nda kişi o denlibozulmuş beden imajına inanır ki, kambur hissedebilir ve böyle dolaşabilir. Bazen bir elini kısaltabilir. Bu durum, bilinçaltının bir ürünüdür. Diyelim ki, bilinçaltınızda babanıza karşı ifade edilmemiş birikmiş bir öfkeniz vardır ama bir yandan da babanın güçlü bir otorite figürü olduğunu biliyorsunuz. Bu durumla ruhsal anlamda baş edecek gücümüz de yoktur diyelim. Ne yaparsınız?
İşte gidip dışarıda bir baba bulup onunla mücadele edeceksiniz. Dışarıda bulduğunuz babaya öfkenizi yansıtıp tam dövmek istediğiniz eliniz felç inecektir; vuramayacaksınız. Çünkü bilinçaltı o anda o kişiyi babası olarak hissedecek ve vurmasına izin vermeyecek. Dolayısıyla vurmak isterken eliniz bir türlü kalkamayacaktır. Belki daha sonra bu el yoğun bir suçluluk nedeni görülüp ona karşı bir bozuk imaj gelişebilir.Bunun temelinde bilinçaltında bastırılmış dürtüler yatar. Bunlar analiz edildiği zaman veya bilinçaltındaki çatışmalar ifade edildiği zaman bir rahatlık sağlanır. Yani iç dünyamızda anlamlandıramadığımız üzüntüler, öfkeler, kırgınlıklar, kızgınlıklar yavaş yavaş anlaşılmaya başlandığında yeni bir ilişkisel ağ oluşur.
Ş: Böyle bir danışmanlık sürecinizin olduğunu söyleyebilir misiniz?
H: Evet. Bunu, “Boynu Bükük” vakam olarak adlandırmıştım. Boynu, sol tarafa doğru sürekli büküktü. Seanslara başladığımızda ruhsal dünyasında kendini boynu bükük olarak algılıyordu. Bu durum davranışsal düzeyde boynuna da yansımıştı.
Ş: Kişinin daha önce geçirdiği bir cerrahi operasyonu var mıydı peki?
H: Ameliyat olmuştu ama ameliyat olmadan önce kendini boynu bükük olarak algılıyordu. Yani olaylar karşısında sürekli ezilen oluyordu, gözlerini sürekli aşağı deviriyordu. “İnsanlar benden üstündür” deyip, ilişkide kendini eşit hissetmiyordu. Kendini köle, ötekini efendi yapıyordu ve bu durum direk boynuna vurmuştu. Tabi, danışmanlıktan sonra kendini ifade etmeye, kendi hayatına ait değerleri algılamaya başladı ve ruhsal dünyasında yeni psikolojik örgütlenmelerin yolu açıldı. Dolayısıyla boynu daha az büküktü.
Ş: Burada kişinin kendini değersiz hissetme şeması neye bağlı olabilir?
H: Değersizlik hissi, bizi daha çok narsisizme götüren bir kavramdır. Yani Kohut(1971) birincil aynalama (annenin) ve ikincil aynalama (babanın) kavramlarından bahseder. Yerinde ve yeteri kadar aynalanmamış olmamız, dünyanın kötü ve korkunç bir yer olduğunu bize düşündürtecektir. Hepimiz tek ve biriciğiz eğer bu biricikliğimiz bakım verenlerimiz tarafından görülmezse kendimize abartılı bir değer atfedebiliriz. Onaylanmamış olmamız yetişkinlik döneminde sürekli onaylanmak ihtiyacı ve başkasının gözüne girebilme ihtiyacı hissettirecektir.Aslında Kohut’un değersizlikle ilgili çok güzel bir sözü var. Hitler’le ilgili bir çalışmasında şöyle der: “… Genelde “Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları”ndaki prensibi basit bir şekilde uygulayarak Hitler’in uygar bir milletin üzerindeki ince uygarlık katmanını atma yönündeki hazır olma durumunu kötüye kullandığını söyleyebilseydik güzel olurdu. Ama gerçek bu değil. Şunu da kabul etmeliyiz ki; böyle olaylar hayvani olaylar değildir. Kelimenin birinci anlamıyla, tam olarak insani olaylardır. İnsanlık durumunun içsel bir parçasıdırlar. İnsanlık durumunu oluşturan karmaşık ağın içindeki örüntülerden biridirler”. Daha sonra insanlık durumundan ne anladığını açıklıyor: “İnanıyorum ki dikkatimizi insan saldırganlığının arkaik narsisizm örüntüsünden çıktığı hali üzerine odaklarsak anlamlı sonuçlara ulaşacağız. Yani bakmamız gereken yer narsisistik öfke fenomenidir”.
…
Ş: Ruhsal bütünlüğümüz açısından hayatımızın önemli dönüm noktaları nelerdir?
H: Margaret Mahler, çocuklarla ilgili araştırmasında, 0-2 ay arasında kalan döneme “normal otistik evre” adını verdi. Yani çocuk için henüz bir netliğin olmadı ve her şeyin sisli olarak görüldüğü bir evre gibi düşünebiliriz. Bu evrede çocuk ağır bir travma yaşarsa psikotik bir yapı kazanabilir.Bakım verenin henüz 4 aylık bebeğin üstüne sigara söndürmesi, çocuğu dövmesi çocuğun ruhsal dünyasında tolere edemeyeceği yükler bindirir. Bilindiği gibi 4-8 aylarda anne ve bebek ikilisi sembiyotik bir ilişki içerisine girilir. Bu evrede anneyle bir olma durumu söz konusudur. Anne ne hissederse, annenin içinden ne geçerse çocuk da onu hissetmeye başlar. Mahler’e göre bu evre sağlıklı geçerse çocuk artık ayrışmaya başlar. Aslında ayrışmanın sisteminde şu vardır: yatay olan çocuk yavaş yavaş dikey olmaya başladığında yeni bir bakış açısı da kazanacaktır. Önce yerde savunmasızken artık emeklemeye başlamıştır. Emeklemeye başlayan bir ruh, ayrışmak da isteyecektir. Yani etrafı keşfetmek isteyecektir. İşte bu dönemde anne, sağlıklı bir şekilde çocuğun ayrışmasına izin verirse, ikinci önemli psikolojik hamle olan bireyselleşme evresi başlar. Bireyselleşme evresi de 8-36 aylarını kapsar. Mahler’e göre kişilik bozukluklarının birçoğu bu evrede oluşmaya başlar. Narsistik yapı, Borderline yapı, Şizoid yapı… Margaret Mahler’in insan yavrusunun psikolojik doğumunu bir sürece yayarak incelemiş olması önemli bir araştırmadır. Sorduğunuz soruyla ilgili önemli araştırmacılardan biri Heinz Kohut’dur. Annenin çocuğu gereksiz yere sürekli övdüğünü ve olmayan bir şeyle yücelttiğini düşünelim. İşte bu durum çocuğu narsisistik bir yapıya doğru götürecektir veya tam tersi, hiç değer verilmediği zaman da narsisistik yapı oluşabilir. Çünkü anne, yeteri kadar bu ihtiyacını kocasından, babasından, annesinden ve tabi çocukluğundan gideremediği için bu eksikliği çocuğuyla telafi edecektir ve çocuğunu bir organı, uzvu gibi görecektir. Bun durum ayrışmamakla ilgilidir. Düşünsenize, kendini ve çocuğu bir gören anneyi! Dolayısıyla çocuk bu durumda sağlıklı bir kendilik oluşturamayacaktır. Kendisiyle empati kurulmadığı için empati kurmakta zorlanacaktır. Mahler’in 8-36 ay evresinde Borderline kişilik yapısı şöyle oluşacaktır: “Sen benim istediğim gibi bir çocuk olursan seni severim!” Çocuk ne zaman kendisi olmak için harekete geçtiğinde anne, sevgisini geri çeker ve çocuk ortada kalır. Çocuk mecburen kendinden vazgeçip annenin istediği bir çocuk haline gelecektir. Bir de hiç hissedilmeyen çocuklar var, hiç görülmeyen. Annenin mekanik bir ilişki kurduğu çocuklar… Anne yemeğini verir, suyunu verir, altını temizler ama hiçbir duygu alışverişinde bulunmaz. Bu da Şizoid yapılar dediğimiz durumu ortaya çıkaracaktır. Mahler’e göre 36 aya kadar çocuk bu psikopatolojileri alır ama eğer bu dönem sağlıklı bir şekilde geçerse çocuk ayrışmaya başlar. Ayrışan çocuk “Ben varım, anne de var ve bir öteki olmalı?” şeklinde dünyaya bakacaktır ve böylece bir üçgen oluşacaktır. Babanın da bir ucunda bulunduğu üçgen. Tam burada Freud’un psikoseksüel evrelerinden biri olan fallik dönemden bahsedebiliriz.
Çocuğun cinsiyetine göre bir rekabet oluşmaya başlayacaktır. Erkek çocuk babayı rakip görerek anneye gizli bir aşk duyup ve anneyi aşk nesnesi konumuna getirip babayla sürekli bir yarış içine girecektir. Baba bu evrede güçlü ve otoriter bir babaysa, çocuğu sürekli yok ediyorsa çocukta oidipal kaygılar oluşmaya başlayacaktır, yani erkek çocuk babasının onu kastre edeceği kaygısını yaşayacaktır. Tabi burada baba, annenin kendisine ait olduğunu çocuğa uygun bir şekilde kabul ettirmesi gerekir. Bu başarıldığı taktirde çocuk rekabetten çekilerek annenin babaya ait olduğunu kabul edecek ve kendisine dışarda bir aşk nesnesi bulma arayışına girecektir. Oidipal karmaşanın 6 yaşına kadar çözülmesi beklenir. Bu aşamadan sonra latent (gizil) dönem dediğimiz bir dönem başlar. Çocuğun dürtüleri uyku evresine geçer ta ki ergenlik dönemine kadar. Ergenlik dönemi de çok önemli gelişmelerin olduğu bir dönemdir. Bion’a göre ergenlik döneminde tekrar bir doğum süreci başlar. Yani o ilk çocukluk dönemindeki 0-6 yaş evresi, tekrar devreye girecektir. Çocuğun ayrılma, bireyselleşme çabaları, üçgen çatışmaları ergenlikte tekrar başlayacaktır. Ergenlik dönemindeki babanın ve annenin tavırları çok önemlidir çünkü çocuğun kişiliğinin oluşmasını yeniden sağlayacaktır. Erikson’un dediği gibi, bir kimlik dönemi başlar. Ergen kendine bir kimlik bulmaya çalışır. Ben kimim, gibi sorular sorar ve artık bu dönemde kişilik yavaş yavaş oluşmaya başlar. Ben kimim sorusu, cevaplanmaya başlar veya bu kişilik bozukluklarıyla sonuçlanabilir. Kısacası psikolojik doğumumuz için önemli öncüller vardır ve kuramcılar bu konuda önemli araştırmalar bize sunmuştur. Hepsinin birbirinden kıymetli olduğunu düşünüyorum. İfade ettiğim kuramcılar ve isimlerle birlikte daha pek çok kişi saymak mümkün. Ama şundan eminiz ki 0-6 yaş arası dönem ve ergenlik dönemi bizler için önemli anlamlar içeriyor.
…