Bulumia Nevroza & Anoreksiya Nevroza
4 Ağustos 2018
Bütüncül Oyun Terapisi
30 Ağustos 2018

Ş: Şahin VURAL

H: Psikoterapist Hasan DEMİR

Ş: İlk danışanınızı hatırlıyor musunuz?

H: İlk danışanım enkoprezis (alt kaçırma) şikayetiyle başvurmuştu bana. 11- 12 yaşlarında bir çocuktu. Benim için değerli bir çocuk. Toplam 2 kardeşlerdi, anne babası ayrı ve babasının yanında yaşıyorlardı. Baba daha sonra ikinci evliliğini yapıyor ve bu zamandan sonra çocuk alt kaçırmaya başlıyor. Çocuk bana getirildiğinde kendini o zamanlar ifade edemiyordu tabi. Seansa aldığım zaman içine kapanık olduğunu gördüm. Aslında ilk seansta çocuğun alt kaçırmanın yoğun bir öfke olduğunu hissettim anne ve babasına karşı. Onları, alt kaçırmayla cezalandırıyordu. Yaklaşık bir sene çalıştım çocukla. Alt kaçırma sorunu ortadan kalktı, kendini ifade edebilme kabiliyeti arttı.

Ş:   Onunla nasıl çalıştınız?
H:  İlk başta sadece çocuğu anlamaya çalıştım ve uygun bir şekilde o duygularının boşaltmasını sağladım. İlk danışanım olması hasebiyle o zamanlar mesleki deneyimim çok yoktu fakat danışanımın yanında olmaya çalıştım ve bunu hissettirdim. Onun yanında olduğunu hissettirince danışanımın iyileşmeye başladığını gördüm. Terapinin aslında, insanı olduğu gibi kabul etmeyi ve orada olduğunu hissettirebilmeyi öğrendim. Danışanımın neden bu kadar öfke duyduğunu da anlamaya çalıştım. Onunla bunun üzerine konuşmaya başladım. Tabi bunu onunla oyun oynayarak yaptım. Çocuk oyuncaklarla genellikle savaş oyunları oynuyordu. Silahı eline alarak her şeye ateş adiyordu . Bazen silahı bana da doğrultup ateş ederdi. “Sanki birilerine kızgınsın ve bu kızgınlığını ifade edemiyorsun.” dedim. “Hı, hı, hı, evet evet” dedi başını sallayarak. Çocuk bir bakıma etrafa ateş ederek duygusunu böyle boşaltıyordu. “Kafam karıştı, hiç kızdığın birileri var mı hayatında, oyuncaklara kızdığın gibi hayatında da kızdığın birileri var mı?”dedim. Çocuk o esnada “Hı hı, anneme kızıyorum” dedi. “Neden kızıyorsun.” dedim. “Annem boşandıktan sonra beni görmemeye başladı, annem babamdan boşandıktan sonra senede bir sefer görmeye geliyor.” dedi. Çocuk konuştukça hem duygusu boşalıyordu hem de duygusunu net anlayabiliyordum. Çocuk öfkesini açığa çıkarırken aslında özlediğini, kırıldığını, önemsenmediğini ifade ediyordu. Seanslarımız her hafta sürmeye başladı ve çocuk bu süreçte toparlandı. Aradan yıllar sonra babasıyla konuştum, çocuk nasıl dedim? Gayet iyi haberler verdi bana. Çocuk üniversiteyi bitirmişti ve hayatına devam ediyordu. Şunu farkettim sonra, insan hayatına ne kadar dokunursanız, değişim de o kadar hızlı olur. Tabi o zamanlar anne (üvey) ve babası da bu sürece katkı sağlıyordu. Daha sonra öz annesini de dahil ettim. Ayda bir görüşmesini sağladım, haftada bir görüşmesini sağladım ve daha sık birbirlerini görmelerini sağladım. Böylece beraber ilerleme kat ettiğimizi de gördüm. Ailenin de işin içerisinde olduğu bir süreç biraz daha hızlı yol almamızı sağladı.

Ş:  Bu vakanızda neyi gördünüz?
H:  Orda olmayı gördüm.

Ş:  Ne demek bu?
H:  Yani seans odasında çocukla beraber yürümeyi, süreci anlamayı ve hayat zorlaştığında nasıl basitleştirilebileceğini gördüm. Orda olmak demek, danışanınızı hissetmek demektir. Hatırlıyorum ilk seansımızda, “ımm” diye bir şekilde konuşuyordu sürekli. “Nasılsın?” diye sorduğumda “ımmmm” derdi. Her sorduğum soruda ımmm’lar bazen uzun bazen kısaydı. Benim için bütün bunların bir anlamı vardı tabiki. Ne sorarsam hep aynı şekilde tepki veriyordu: ımmm… Aslında ımm’larında çok yoğun bir duygu vardı. O, ımm’ları açtığım zaman aslında danışanımın şöyle demek sitediğini fark ettim: “Ben görünmek istiyorum, ben hissedilmek istiyorum, ben önmsenmek istiyorum ve ben anne-babamın benimle sağlıklı, güvenilir bir ilişki kurmasını istiyorum.” Bütün bunlar sağlandığı zaman anne ve babalar ayrı bile olsa, çocuğun sağlığına kavuştuğunu gördüm. Bu danışanımı annesi getirmişti bana. Daha sonra danışanımın ablasıyla da çalıştım birkaç seans. Çalışırken, terapi sürecinde hepsini görmek daha faydalı oluyor: aneyi, babayı, varsa kardeşleri… Tabi danışanım izin verdiği sürece. İzin vermediği zaman aileye bunu izah ediyorum. Çocuğun bana henüz tamamiyle güvenmediğini, güvendikten sonra şayet çocuk da izin verirse onlarla da çalışmak istediğimi aileye bildiriyorum. Bazen bir bütün çalışmak daha sağlıklı oluyor. Çalışmaktan kastım, onları da terapi sürecine dahil etmek. Tabi zor tarafları da var bunun.

Ş:  Hiç zor vakanız oldu mu?
H:  Sadece zor vaka değil; en zor vaka diye bir vaka da yok aslında. Terapistin travması vardır. Terapistin kendi dünyasıyla ilgili bir sıkıntısı vardır. Bir danışan eğer bir terapiste zor geliyorsa bu danışanla ilgili değil, bu durum terapistle ilgilidir. Kendi dünyasında halledemediği çatışmalar vardır. Yoksa zor bir vaka yoktur. Danışanla yola çıkılınca terapist için anlamlı gelen zor duygular vardır. Terapötik ittifakta danışan terapisti, terapist danışanı anlamaya çalışır. Anlamalar arttıkça farkındalıklar artar, farkındalıklar oluşunca da hayat daha anlamlı hale gelir. Ama bir danışan size bir olay getiyorsa ve siz bu olayda zorlanıyorsanız o sizinle ilgilidir, onunla ilgili değildir. Bu durum, terapist için de normal bir durumdur aslında. Nitekim terapist de bir insandır. Böyle durumlar için de bir süpervizyon almak gerekiyor veya danışanla çalışamayacağınızı ifade etmeniz gerekiyor. Terapistin zorlandığı zamanlardaki yolculukta bir yararınız dokunmayacaktır danışana. Sorunuzun cevabına gelince, evet, benim de öyle danışanlarım oldu.

Ş:  Peki sizin dışarıdaki hayatınız, terapi odasına yansıyor mu veya siz bunu nasıl yalıtıyorsunuz? Şöyle ki sizin için önemli olan bir insanla büyük bir sorun yaşadınız ve aynı gün birkaç seansınızın olduğunu varsayalım. Siz bunları kapının dışında nasıl tutuyorsunuz?
H:  Sorunuzu yaşamış olduğum bir olayla cevaplayayım. Bir gün tam seansa başlayacaktım ki seans öncesi bir telefon geldi bana. Çocuğumun ağır hasta olduğunu öğrendim. O esnada seansa başlamam gerekiyordu ve aynı zamanda yoğun bir kaygı da yaşamıyor değildim. Vamık Volkan’ın güzel bir sözü var, der ki: “İki anksiyöz aynı odada durmaması lazım.” Danışanıma şunu dedim: “Şu anda seans yapacak durumda değilim, benimle ilgili özel bir durum var, seansı iptal edersem bu konuda ne düşünürsün?” Seans odasında gerçekten siz kendiniz olduğunuzda danışanınız bunu hissediyor, anlıyor. Tabi konuyla ilgili çok fazla bilgi vememek gerekir. Dürüst olduğunuz zaman, yalın olduğunuz zaman danışan bunu hissediyor ve anlıyor. Fakat günlerce veya haftalarca süren problemlerimiz karşısında gerektiğinde biz de destek alıyoruz. İnsanlar duygudan oluşuyor neticede. Biz de duyguyu yaşarız ve bizler duyguyla çalışıyoruz. Gerektiğinde süpervayzırdan destek alıyoruz, terapiden geçiyoruz. Terapistin kendi iç dünyasındaki sıkıntıları çözmesi lazım. Tabi burada kuramdan kurama değişik görüşler vardır. Psikanalistler, psikanaliz sürecinden geçmeyen bir terapist, başka insanlara faydalı olamaz, der. Bazı kuramlar ise bunu gerekli görmez ve sadece iş yaptığımızı söyler. Benim fikrim birinci görüşten yana. Danışan koltuğuna oturmadığımız sürece, terapi sürecinin bizim için de zor olacağını düşünüyorum. Yani bir danışanı anlamak için karşı koltuğa oturup bunu deneyimlemek lazım. Kimileri, “Cerrah da ameliyat mı olması gerekiyor?” şeklinde bir eleştiri getiriyor. Tabiki hayır. Ama biz ruhla çalışıyoruz ve ruhu anlayabilmek için önce kendi ruhumuzu anlamamız lazım. Tıpkı bir cerrahın da kendi biyolojik denklemini bilmesi gerektiği gibi.

Ş:  Peki sizin danışanla terapötik ilişkiniz nasıl işliyor. Daha çok siz mi konuşuyorsunuz, yoksa danışanı mı dinliyorsunuz? İlk seanstan itibaren başlayabiliriz mesela.
H:  İlk seansta karşılıklı konuşmalar oluyor. Danışanın adını soyadını, işini, memleketini, öz geçmişini, soy geçmişini, sağlık durumunu, ailesini, annesini ve babasını, kardeşlerini kısa kısa sorarak öğreniyoruz. Tabi aslında en önemli soru, onun neden burda olduğu sorusudur. Onu bize getiren şey, bizim ve danışanlarımız için önemli. Bunu da sohbet havasında yürütüyoruz. Bu soruları sorarken aslında amacımız biraz da onu gözlemlemektir. Tüm bu sorular basit gibi görünse de kullandığı savunma mekanizmaları, asıl problemin nerede olduğu gibi konularda bize önemli bilgiler veriyor. Her sorunun derin cevapları olabilir. Mesela, “Annenin doğum tarihi nedir?” sorusunu bilmiyorsa orada bir şey var demektir. Genelde insanlar annesinin doğum tarihini bilir fakat o kişi ya kalabalık bir ailede doğmuştur ya bu durum kültürel olarak çok önemsenmiyordur ya da annesine karşı bir öfkesi olabilir veya bu annesi ile arasındaki ilişki biçimi hakkında da bilgi verebilir. Kızgınlıkları, kırgınlıkları da anlaşılabilir bu sorularla. Bir keresinde bir danışanım adını ve soyadından sonra annesinin mesleğini geçiştirmişti. Ben oraya bir soru işareti koymuştum ve ileriki seanslarda bunu sormuştum. Çünkü muhakkak orada bir şey vardır diye düşündüm, nitekim vardı. İlk görüşmede anne ve babasının isimleri de önemlidir. Örneğin, çocuğun babasının ismi Abdullah ama kendisinin ismi Cenk olduğunu düşünelim. Burada bir göç veya kültürel bir değişim yaşandığını düşünebiliriz. Sorsak, sana bu ismi kim verdi, diye. Danışanın burada vereceği cevap onunla ilgili pek çok bilgi verecektir. Onun ismini babası değil de babasının iş yerindeki patronunun verdiğini düşünelim. İşte burada da başka bir hikaye vardır. Neden ebeveynleri değil de bir başkası isim verebiliyor? İllaki ebeveynleri de vermek zorunda değil tabiki ama bunların her birinin önemli anlamları olabilir. Danışan kaç kardeş olduklarını anlattığında bir kardeş üstünden çok hızlı geçerse veya bir tanesinden hiç bahsetmezse burada da önemli şeyler olabilir. Danışanın anlattıkları kadar hiç anlatmadıkları da çok önemlidir. İleriki seanslarda bunlar konuşulduğunda var olan durum daha çok açığa çıkar. Yine ailede ruhsal bir problem yaşayan birinin olup olmadığı da sorulabilir. 0-6 yaş arasında bakımını kim üstlenmiş, bu bakım sürecinde kim aktif rol oynamış gibi konuları detaylı konuşuruz danışanlarımızla.

Ş:  Peki ya 0-6 yaşlarını hatırlamıyorsa?
H:  Hatırlamıyorsa bu daha çok şey düşündürtecektir bize. Mesela hatırlamıyorsa Bastırma vardır diyebiliriz. Zaten ilk nesne ilişkisiyle kurduğu ilişkiyi bilinçdışı bir şekilde terapistiyle de kuracaktır. Ama terapist onun ebeveyni gibi davranmayacağı için bir süre sonra çocuğun zihninde başka bir nesne ilişkisi oluşmaya başlayacaktır ve dolayısıyla sağlıklı nesne ilişkileri oluşmaya başlayacaktır. Danışanla terapist arasında yeni bir ilişki, yeni bir sistem kurulacaktır. Daha önce varolan sistem yerine sağlıklı bir sistem kurulmaya başlayacaktır ve bu sistem, çocuğun inşasında aktif rol alacaktır. Geçmişte yaşadığı sıkıntılar, ebeveyniyle kurduğu ilişki biçimi, tekrar yeni bir sistemle oluşmaya başlayacaktır. Terapistle danışan arasındaki ilişki, danışanın beyninde yeni yolakların oluşmasına sebep olacaktır ve bu durum danışanın hayatında yeni deneyimler kazanmasına zemin olacaktır.

Paylaşmak önemsemektir!

Hasan DEMİR
Hasan DEMİR
Uzm. Kln. Psk. Hasan DEMİR İstanbul Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünü bitirdi. Master eğitimini İstanbul Ticaret Üniversitesi Uygulamalı psikoloji alanında çocuklarda öfke çalışmasıyla 2010 yılında tamamlamıştır. 2016 Yılında Yakındoğu Üniversitesinde Klinik Psikoloji alanında “Ergenlerin duygusal zekâları ve öfke düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi” çalışmasıyla klinik psikolog unvanını almıştır. Eğitim kurumlarında uzman danışmanlık, psikoloji yayınlarında danışmanlık, özel eğitim kurumlarında danışman olarak çalışmalar yapmıştır. Bireysel Psikoterapi, Yetişkin, Çocuk ve Ergen Terapisi, Aile ve Çift Terapisi, Farklı gelişen çocuklar ve Travma alanlarında birçok eğitim alan Hasan Demir, Psikoterapi çalışmalarına İstanbul’da devam etmekte olup Avusturya’da Sigmund Freud üniversitesinde Doktora programına devam etmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.