
Yolda Olma(ma)k!
21 Kasım 2018
Emosyonlar…
1 Ocak 2019Ş: Psikolog Şahin VURAL
H: Psikoterapist Hasan DEMİR
Ş: Öncelikle “savunma” nedir?
H: Blackman’in sözüyle başlamak istiyorum. Savunma konusunda şöyle bir tanım yapmıştır: “Savunmalar, hoşa gitmeyen duygulanımın bileşenlerinin bilinçli farkındalıktan uzaklaştıran zihinsel işlemlerdir”. Tabi dürtü-çatışma kuramına göre de farklı bir tanımlaması yapılmıştır; başka araştırmacılar tarafından da farklı bir tanımlama olsa da aslında hepsinin varmak istediği nokta birbirine yakındır. Savunma için kısaca, bilinçaltından gelen dürtü ve düşünceleri görmeme hali diyebiliriz. Yani, gerçek duygu ve düşünceyi saklama söz konusudur. Bilinçaltından gelen her türlü malzemenin farklı bir dille ifade edilmesidir.
Ş: Savunma mekanizmalarından ilk kim bahsetmiştir, yani bu kavramı ilk ortaya atan kimdir, biraz kronolojiyi de konuşmak istiyorum.
H: Freud ilk olarak savunmalardan bahsetmiş, ondan sonra kızı Anna Freud ve Melanie Klein ayrı ayrı savunma mekanizmalarından bahsetmiştir. Savunma mekanizmalarını sistematik şekilde tanımlayan Anna Freud’dur, terimsel olarak savunma düzeneklerimizden bahseden ise Freud’dur, diyebiliriz.
Ş: Bizler savunmaları bilinçli mi, yoksa bilinçsiz mi yaparız?
H: Bazılarını bilinçli, bazılarını da bilinçsiz yaparız. Çoğunlukla bilinçdışı yaparız. Ego bunları yapar ama farkında olmadan yapar. Ego; hem Süperego’yu hem de İd’i mutlu etmek için savunmalara başvurur. Kişi aynı anda birden fazla savunmayı beraber de kullanabilir, sadece birini baskın bir şekilde de kullanabilir.
Ş: Normalde Ego, gerçekliğin farkında olan ruhsal aygıtımızdır. Şöyle diyebilir miyiz: Ego’nun bilinçdışı tarafı savunmalardır.
H: Evet, işte bunu diyebiliriz. Peki tamamıyla bu olabilir mi? Hayır. Aslında Ego farkında gibi yapar ama alt meseleyi bilmeden yapar veya meselenin farkında olmadan yapar. Ego; id ve Süperego’yu idare eden mekanizma olduğu için İd’den çıkmak isteyen dürtüler ile Süperego’nun yaptığı baskıları bir şekilde idare etmek zorundadır.
Ş: Nevroz ile psikozlarda yaptığınız nedir?
H: Bizler psikozlarla çalışmıyoruz ama onlara destekleyici terapi yapılabilir. Nitekim ben de geçmişte danışanlarımdan bazılarına destekleyici terapi yaptım. Psikozlarda savunmaları güçlendirirken nevrotiklerde savunmaları azaltıyoruz, diyebilirim.
Ş: Savunmalar karşısında Ego’yu güçlendiriyor musunuz?
H: Kişi kendinin farkına varınca, neyi neden yaptığını anlayınca zaten ego kapasitesi artmaya başlar. Burada bir farkındalık da oluşmaya başlar. Kişi böylece savunmalarının farkına varmış olur. Tabi burada her savunmayı danışana göstermiyoruz. Neyi neden yaptığının altındaki mekanizmayı fark etmesini sağladıkça Ego kapasitesi de artmaya başlar. Bu, yavaş yavaş ve zaman isteyen bir süreçtir.
Ş: Merak ediliyordur muhtemelen, yalan söylemek bir savunma mıdır?
H: Savunmanın ta kendisidir. Sizce bir insan neden yalan söyler?
Ş: Mesela gerçekliği gizlemek için veya gerçeğe hazır olmadığı için yalan söylüyor olabilir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
H: Kişi neden gerçekliği gizlemek istemiş olabilir? Burada birkaç durum söz konusudur. Kişi bilinçli farkındalıkla, Ego sağlamken söylediği yalanlar vardır… Antisosyallerin, Alzaymır veya Demans’ta olanların söylediği yalanlar vardır. Psikotiklerin söylediği yalanlar vardır; psikotiklerin, gerçeği değerlendirememesi, anlatamaması veya gerçeği çarpıtması yalan olarak görülür. Bir de savunma olarak söylenen yalanlar vardır; kişi aslında belli duygu ve dürtülerden uzak kalmak için yalan söyler. Bu yalanlar, bilinçdışına itilmiş duygu ve düşüncelere henüz hazır olunmadığı için, kişinin söylediği yalanlardır. Yalan söyleyen biri zaten İnkar, Bastırma savunma mekanizmalarını da kullanmıştır. Anna Freud, şöyle bir tanımlama yapar İnkar için: “Aklın gerçekle ilgilenememe durumudur”. Savunma mekanizmalarını şöyle düşünebiliriz: sorunla baş edebilmek için kullanılan sistemlerdir. Fakat yanlış sistemlerdir. Kişi yalan söylerken aslında gerçekle mücadele eder. Çünkü Ego, bazı gerçeklere hazır olmayabilir.
Ş: Savunmalar ne derece zararlıdır?
H: İlkel savunmalar, hayatın ileri dönemlerinde mütemadiyen kullanıldığı zaman belli ölçüde ruha zarar verir. Bazı psikopatolojilerin çok sık kullandıkları bazı savunmalar vardır. Sürekli Bölme (Splitting) yaptığınızı düşünebiliyor musunuz? İşteyken, patronunuz o gün için çok değerli bir insan olur, aradan birkaç gün geçtikten sonra aynı patron dünyanın en cimri, işe yaramaz bir insan olur. Sadece iş yaşamında değil, hayatın başka alanlarında da sürekli Bölme’lerin olduğunu düşünün… Bu durum, hayatı gerçekten zor hale getirecektir. Birgün karınız dünyanın en güzel kadını oluyorken, öbür gün dünyanın en çirkin kadını oluvermesi ilişkinin akıbetini de zora sokacaktır. Bir gün oğlunuz dünyanın en zeki insanı; öbür gün dünyanın en tembel insanı olur… Bu savunma mekanizmasının (Bölme’nin) hayatı ne kadar zorlaştırdığınızı tahmin etmek zor değil. Bu savunma mekanizması, mütemadiyen kullanıldığında, bir müddet sonra işlevsellik azalacak ve hayat kalitesi de buna bağlı olarak düşmeye başlayacaktır. Sadece Bölme değil, diğer ilkel savunmalar hayatın ileriki dönemlerinde ciddi bir şekilde zarar vericidir.
Ş: Bir de iyi taraftan da bakalım. Rahatlatıcı olan tarafından…
H: Evet, o esnada bir rahatlık sağlar. Savunmalar; İd’den gelen dürtüler ile Süperego’dan gelen baskıları azatma sistemidir. Bu da o an geçici bir rahatlık sağlar. Peki kişi, o an savunma mekanizmasına neden başvurur? Adı üstünde, savunma yapmak için… İki bileşeni (İd, Süperego) de rahatlatmak için geçici bir mekanizmayı devreye koyarak endorfin etkisi sağlar. Savunmalar, gerçek anlamda kişinin ruhunu rahatlatan ve olgunlaştıran bir sistem değildir. Tekrar ediyorum, sadece o an için rahatlık sağlar. Bir metaforla somutlaştırmak gerekirse; bir savaş kalkanını düşünelim… Kalkan düşmana karşı kendimizi korumaya yönelik bir nesnedir ama savunmalar bizim düşmanlarımızı içeriye alan bir kalkandır. Savunmalar benliği her ne kadar koruyor gibi görünse de bu gerçek bir koruma değildir.
Ş: Peki kişi seans esnasında nasıl savunma mekanizması kullanır?
H: Bazı insanlar zora girdiğinde, gerçek duygu ve düşünceler onu rahatsız edecek boyutlara geldiğinde savunmalar kullanır. Bunları sadece seansta değil, hayatının her alanında farkında olmadan kullanır. Zaten bir insan savunmalarının farkında olsa bunları kullanmaz ki! Çünkü savunmalar kişiye yarardan çok, zarar verir. Bir insan bile bile kendine zarar verir mi? Vermez.
Ş: Seans odasında danışana savunmalarını gösteriyor musunuz?
H: Her savunmayı değil. Ego kapasitesi dayanabildiği ölçüde, savunmalarla yüzleştiririz. Bazı savunmalarını yüzleştiririz, bazı savunmalarda aynalama ve bazı savunmalarda da netleştirme yaparız. Mesela bir Narsist’e savunmalarını göstermiyoruz. Onun en çok kullandığı savunmalar Değersizleştirme ve İdealizasyon’dur. Narsist’e savunmalarını gösterirseniz, dağılır, parçalanır, sinirlenir, öfkelenir… Onunla süreci yavaş yavaş netleştiriyoruz. “Bu konuyu biraz daha açıklar mısınız, anlamam için biraz daha netleştirir misiniz?” dediğimizde, kendisinin fark etmesini sağlarız. O esnada ona Siz “şu” savunma mekanizmasını kullanıyorsunuz, bunu artık kullanmamanız lazım.” dersek, kişinin Ego kapasitesi bunu kaldıramaz ve kişinin parçalanma riski vardır. Zaten bu, teknik açıdan da yanlış bir geri bildirimdir. Bu olgular, yüzleştirmeyi alamayacak kadar hassas olabiliyorlar. Eğer bunu yaparsak, yüzleştiremeyeceğimiz gibi onu gereksiz yere terapötik ittifaktan uzaklaştırmış oluruz. Böylece, danışanın “drop out” olma riski de söz konusu olabilir.
Ş: Savunmalara ne ölçüde müdahale ediyorsunuz?
H: Sadece farkına varmasını sağlıyoruz. Danışan savunmalar yapınca hayat kalitesini arttırıyor mu azaltıyor mu, bunu fark etmesini sağlıyoruz. Farkına varıp bunların yerine daha işlevsel mekanizmalar kullanmasını sağlıyoruz.
Ş: Şimdi çocukluğa gidelim. Kişi hayatın ilk dönemlerinde hangi savunma düzeneklerini kullanır?
H: Bölme, İçeatma, Yansıtma, Yansıtmalı Özdeşim… Bunlar bazıları. Zaten hayatın ilk dönemlerinde bunları kullanması sağlıklıdır. 2 yaşındaki bir çocuğun Bölme’yi kullanması, çok normal ve hatta gerekli bir durumdur ama hayatının sonraki dönemlerinde de bunu kullanması hayat kalitesini çok ciddi bir şekilde bozacaktır.
Ş: Peki, nelerin etkisiyle savunma mekanizmaları kişide yerleşik hale geliyor da hayatın ileriki zamanlarında bunları çok sık kullanabiliyor?
H: Bir savaş olduğunu düşünün. Kişi o an bir savunma yapmalıdır. Ego kapasitesi güçlü olmadığı zaman savunmalar sanal mücadelelerle sürdürülür. Kişi gerçek hayatı, sanal sahnede oynar gibidir. Kısaca böyle düşünebiliriz.
Ş: Savunmalar kendiliğinden dönüşür mü, örneğin, bir savunmanın yerini başka bir savunma alabilir mi?
H: Aynı anda kişi birçok savunma mekanizmasını kullanabilir. Mesela bazen seans odasında dünyanın en iyi terapistiyken başka bir gün hızla değersizleşiyorum. Bu bazen aynı seans içerisinde de olabiliyor. İkisi de savunmadır. Kişinin, gerçeklikten uzaklaşmak için kullandığı bir sistemdir. Dün dünyanın en işe yaramaz terapisti olmam ile bugün dünyanın en iyi terapisti olmam, kişinin kendi özgüven eksikliğinin benim üzerimdeki bir projeksiyonudur. Dünyanın en iyi terapisti olmam ile en kötü terapisti olmam da yine kişinin kendi ihtiyacıdır. Kişi asıl meseleye odaklanmamak, kendi içindeki değersizlik yapısına dokunmamak için sürekli karşı tarafı hedef alır. Dolayısıyla şöyle diyebiliriz: Bir savunma başka bir savunmaya dönüşmekten ziyade kişi aynı anda birden fazla savunmaya başvurabilir.
Ş: Kişilik bozukluklarında Ego, en çok hangi savunmalar kullanır?
H: Yansıtmalı Özdeşim, Bölme, İnkar, Yansıtmalı Suçlama, Yansıtma, Nesneleştirme, Karşıt Tepki Geliştirme, Dışsallaştırma,Tersine Çevirme… Kişilik bozukluklarında sıkça başvurulan savunma düzenekleridir.
Ş: Daha önce, anne güvensiz bağlanmışsa bu bağlanma modeli çocuğa yansıyacaktır, demiştik. Peki annenin kullandığı savunma mekanizmaları çocuğa ne derece geçecektir?
H: Aynı şekilde geçecektir. Anne bakım verirken çocuk bu ilişkinin dinamiğini taklit ederek öğrenir. Çocuk bunu öğrenince sanki doğru yolun bu olduğunu düşünecektir ve hayatına aynen uygulayacaktır. Çocukluk döneminde anne eğer sürekli ilkel savunmalar kullanırsa çocuk da ilkel savunmalar kullanacaktır ve bu ileride de çocuğun hayatına yansıyacaktır. Annenin çok sık kullandığı savunma mekanizmaları, çocuk tarafından bilinçdışı öğrenilecek ve daha sonra kişi en çok zor durumlara girince bu savunmaları sıkça kullanacaktır. Annenin çocuk üzerindeki rolü çok önemlidir.
Ş: Freud’un Psikoseksüel evrelerden biri olan “Oral Evre” savunmalarından biraz bahseder misiniz?
H: Mesela bunlardan birisi Yansıtma’dır. Yansırma, bizde olan bir şeyi başka bir insana atfetmemizdir. Örneğin, evli bir adam yorgundur ve eve gidince karısına “Hanım sen ne kadar da yorgun görünüyorsun, çok kötü görünüyorsun.” demesi, bir Yansıtma’dır. Bu kişi aslında tam olarak şunu yaptı: kendinde olan yogunluğu karşı tarafa atfetti.
Yine Oral Evre’deki Savunma Mekanizmaları’ndan bir tanesi de İçe Atma’dır. Buna ilk değinen kişi Freud olmuştur. Sonra Anne Freud bunu genişletmiş, 1976’larda Vamık Volkan buna bazı anlamlar yüklemiştir. İçe Atma, başka insana karşı bir imge oluşturmadır. Bu savunma mekanizması 0-3 yaşında sağlıklı bir şeydir ama 30 yaşındaki birisi, başkalarına ait özellikleri taklit ediyorsa, gerçek bir kendilik oluşmamış demektir. Tabi terapide “İçe Atma” savunma mekanizması, danışan tarafından kullanılırsa bu olumludur. Danışan, terapistine karşı olumlu içeatımlarla özdeşleşirse bu sağlıklı bir şeydir. Nitekim bu, terapinin gidişatı için de çok olumludur fakat hayatın her alanında sürekli bir içeatım varsa bu sağlıksız bir durumdur. Yine başka bir savunma mekanizması Halüsinasyon’dur. Gerçek olmayan şeyler görmek ve duymaktır, diyebiliriz kısaca. 3 yaşındaki bir çocuğun “Anne ben canavarlar gördüm, beni yiyecekler!” demesi çok normaldir ama 17 yaşındaki bir gencin ben bazı görüntüler görüyorum veya bazı sesler işitiyorum demesi sağlıklı bir durum değildir.
Ş: Anal Evre’ye geçersek…
H: Yansıtmalı Özdeşim bunlardan biridir mesela. Esasında bu terimin, 3 ayrı kullanım biçimi vardır. Şöyle ki; birisine kendimizden o kadar çok şey yansıtırız ki onu büyük oranda çarpıtmış oluruz. Kendimizde hoşa gitmeyen duygulanımı bir başkasında uyandırmaktır. Örneğin sizinle konuşurken, “Ya Şahincim neden bana ters ters bakıyorsun?” diyorum. O esnada siz “Hayır, ben ters ters bakmıyorum.” diyorsunuz, ben ise “Hayır, çok sinirli görünüyorsun ama.” şeklinde sürdürüyorum. Aslında ben burada, bendeki öfkemi size yansıtıyorum. Sonra ben, “Ya Şahin, hemen sinirleniyorsun, ne kadar öfkelisin ama?!” dediğimde, siz bu aşamada gerçekten kendinizi artık öfkeli hissediyorsunuz. Burada ben, sizin iyi yönlerinizin özdeşimini almış oldum; kötü, sinirli, agresif, kızgın yönlerimi de size yüklemiş oldum. Bu kabaca Yansıtmalı Özdeşim’dir. Kişilik bozukluklarında en çok kullanılan savunma mekanizmalarından biridir bu. Anal dönemde kullanılan başka bir savunma mekanizması da Yansıtmalı Suçlama’dır. Bu, 1989’da tanımlanmış bir savunma mekanizmasıdır. Buna da şöyle bir örnek verilebilir: Bir kişinin karısını aldattığını düşünelim ve eve gittiğinde karısına “Beni neden aldatıyorsun?” şeklinde çıkışır. Burada, kişinin kendisinin yaptığı bir şeyi, karşı tarafa boca etmesi söz konusu olmuştur. İçsel sisteminde, karısını adatmanın verdiği suçluluk duygusunu hafifletmek için “İnkar”la (Denial) sözümona durumu kurtarmaya çalışmıştır. Kişi böyle davranarak, burada da Yansıtmalı Suçlama yapmıştır. Bir insan henüz bir duyguya hazır değilse İnkar eder. O duygu kendisine ağır gelecekse, o duyguya dokunmak istemez. Eğer dokunursa dağılacaktır, yok olacaktır. Çocuğunun ölümünü duyan bir annenin buna dayanamayıp inkar etmesi ve döneceğini düşünmesi de başka çeşit bir inkardır. İnkar savunma mekanizmasından ilk olarak Anna Freud, 1936 yılında bahsetmiştir. 4 çeşit İnkar’dan söz etmek mümkündür: 1. Özünde İnkar, 2. Davranışta İnkar, 3. Hayalde İnkar, 4. Sözde İnkar.
Anal dönemdeki başka bir savunma mekanizması da Aynılaşma’dır. Bunu 1968 yılında ilk defa Mahler literatüre kazandırmıştır. Buna da kısaca, “Bir başkasının sizden istediği her ne ise o şey olmanızdır.” demektir. Yani annenin istediği çocuk olmak gibi. Kişilik bozuklukların çoğunda bu vardır. Borderline ve Şizoid yapı, sizinle aynılaşır. Şizoid sizin köleniz gibi davranır, siz ne isterseniz onu yapar. Aslında kendi içinde, istediklerinize karşı bir uzaklaşma/bireyselleşme hissi olsa da bunu başaramaz. Çünkü 1.5-3 yaşlarındaki ilk nesne ilişkileriyle kurduğu ilişki böyledir. Anne gerçek manada çocuğu hissetmediği için, duygusal ihtiyaçlarına sağlıklı bir şekilde cevap vermediği için, bu durum kişilik inşasında da etkili oluyor. Burada, anne ile çocuk arasındaki ilişki, sadece mekanik bir ilişkiden ibarettir.
Bu dönemde kullanılan bir başka savunma mekanizması da Bölme’dir. Bunu 1975 yılında ilk kez literatüre kazandıran Kernberg’tir. Bazı insanları düşman, bazı insanları da saf sevgi nesnesi olarak görmektir, diyebiliriz. Bazen bir insanın davranışını bütünüyle iyi, bazen de bütünüyle kötü görmektir. Bunun kökeni, çocukluk dönemindeki deneyimlerde saklıdır. Anne bazen çocuğu sevip bazen sevmezse; hissetmezse, çocuk ilerde neye inanacağı konusunda kafası karışacaktır. Kendisi de kimseyi hissedemeyecektir… Anne, çocuğu değersizleştiriyorsa, çocuk kendi içindeki değersizlikle yüzleşmemek için, yetişkinlikte de idealleştirmek zorunda kalacaktır. Bütün bu süreçlere baktığımızda aslında yapı çocuklukta oluşan bir süreçtir. Asıl önemli olan, ebeveyn tutumlarının çocuğun ruhunun üzerindeki inşasıdır. Bu süreci bir inşaata benzetebiliriz. İnşaatın temeli sağlam değilse bunun üzerine inşa edeceğiniz katlar ne kadar sağlam olursa olsun, bir önem arz etmeyecektir. Binanın ne zaman çökeceği fark edilirse, işte o zaman insanlar terapiye başvuruyor. Terapide, beraber temele inerek eksik betonu, eksik demirleri belirleyip bunlar üstünde beraber çalışıyoruz. Bazen bu duruma karşı direnç de olabiliyor ama farkındalıklar arttıkça, beraber inşa etmek uygun hale geliyor. Buradaki dirence de değinmek istiyorum. Direnç varsa terapi süreci doğru yoldadır. Direnç aynı zamanda terapistin de bir sınavıdır. Danışan açısından ilk başlarda sancılı olabilir ama daha sonra daha dayanıklı hale geliyor. Yine bir diğer savunma mekanizması Canlıcılık’tır. Freud bunu literatüre kazandırmış, akabinde Mahler bunu genişletmiştir. İnsan olmayan varlıklara insan özelliği vermektir, diyebiliriz. Çocukların küçükken oynadığı oyunlarda bunu görmek mümkün. Örneğin çocuk, elindeki yastığa insan özellikleri atfederek onunla konuşur. Bu o dönem için gayet sağlıklı bir durumdur ama düşünün, kişinin bunu yetişkinlik döneminde de yaptığını? İşte sıkıntılı olan bu aşamadır.