
Terapideki iki koltuk…
14 Mart 2019Kuş Sesi
24 Mayıs 2019Ş: Psikolog Şahin Vural
H: Psikoterapist Hasan Demir
Ş: Kişilik Bozuklukları çok geniş bir konudur. Hepsini anlatmak biraz uzun olabilir ama tek bir yapı üstünden gidip kullanılan savunmaların nasıl göründüğünü örnekle açıklayabilir misiniz?
H: Kısaca kişilik bozukluklarından bahsettikten sonra buna değinmek istiyorum. DSM-5 kişilik bozukluklarıyla ilgili 3 kategori tanımlar. A,B,C Kişilik Bozuklukları diye. A kümesinde Şizoid, Şizotipal, Paranoid kişilik bozuklukları; B kümesinde Narsisistik, Histrionik, Borderline, Antisosyal Kişilik Bozukluğu; C kümesinde ise OKKB, Çekingen/ Kaçıngan ve Bağımlı Kişilik Bozukluğu yer almaktadır. Paranoid Kişilik Bozukluğu’nda kişi şüphe eder. Aşırı hassasiyet ve kısıtlı duygulanımlar yaşayan kişidir. Şizoid ise duygusal soğukluğu olan, ilgisiz, arkadaş edinemeyen kişi olarak tanımlanır. Şizotipalde ise esrarengiz olaylarla ilgilenen, referans fikirleri olan, kendini sosyal tecritte bırakan ve yüzyüze ilişkilerde zayıflık, şüphecilik, sosyal anksiyetesi olan kişi olarak tanımlanır. Şizotipal ve Paranoid’te daha çok hezeyan savunma mekanizmasının devrede olduğunu söyleyebiliriz. B kümesinde daha çok suçlu çocukluk, sorumsuzluk, saldırganlık, tepkisizlik ve yalan söyleme gibi özellikler vardır. Borderline’da tepkisellik, değersizleştirme, idealleştirme, öfke, kimlik karışıklığı ve yalnız kalamamak gibi özellikler vardır. Histrionik Kişilik Bozukluğu’nda daha çok kibir, bağımlılık ve dramatikleştirme vardır. Narsisistik yapıda; görkemlilik, fantezilerle meşgul olma, teşhircilik, eleştiriye aşırı duyarlılık, manipülasyon ve istismar özelleri vardır. Kaçıngan/Çekingen yapıda; reddedilme hassasiyeti, çekingen, sosyal olarak geri çekilme, şefkat ve benimsenme arzusu zayıf, zayıf kendilik saygınlığı vardır. Bağımlı Kişilik Bozukluğu’nda güven eksikliği, kendi gereksinimlerinin emrinde bir yapı vardır. OKKB’de ise kısıtlı duygulanım, mükemmeliyetçi yapı, inatçılık, kompulsiflik ve kararsızlık gibi özellikler ön plana çıkar. Bunlar daha çok DSM’nin belirlediği kriterleridir. Bir de Masterson’ın 4 gruba ayırdığı Kendilik Bozuklukları var:
1. Borderline Kişilik Bozukluğu grubu,
2. Narsisistik Kişilik Bozukluğu,
3. Antisosyal Kişilik Bozukluğu
4. Paranoid-Şizoid Bozukluklar
Bu gruplaşma, DSM-5’e göre sadece kümeleri birbirinden farklıdır. Farklı kuramcılar, farklı kategorizasyon yapmıştır. Mesela Kohut da tüm kişilik bozukluklarına Kendilik Bozuklukları demiştir. Savunma kısmına gelince, bütün kişilik bozukluklarında çeşitli şekilde savunmaların primitif halini görmek mümkündür. Örneğin, Borderline Kişilik Bozukluğu’ olan kişiler, çok yoğun bir şekilde Bölme denilen savunma mekanizmasını kullanırlar. İçlerinde yoğun bir şekilde kronik boşluk hissi göze çarpar. Borderline’lar boşluğa aşırı derecede tahammülsüzdürler ve sürekli bir şeylerle ilgilenmeleri, bu boşluk hissinden kurtulma çabası içindedir. Kendisinden izin aldığım bir danışanımdan örnek vermek istiyorum. Okulun olduğu dönemlerde kafasını meşgul eden bir takım şeyler vardı. Arkadaşları, çeşitli sosyal etkinlikler ve dersler… Okul varken bu boşluk bir şekilde dolardı. Fakat yaz aylarında arkadaşlarının kimi tatile, kimi başka yerlere giderdi. Bu aylarda yoğun bir şekilde kronik boşluk hissi yaşardı. Bu boşluğu doldurmak için aklına ne geliyorsa yapıp, eyleme vurumlar dediğimiz davranışlar sergilerdi. İçki ve esrar içerdi, kumar oynardı, günde 15 saati aşkın bisiklet sürerdi. Genellikle Borderline yapılar, ilkel ego savunma mekanizmalarını kullanırlar: Bölme, Eyleme Vurma, Yapışma, Kaçınma, İnkar, Yansıtma ve Yansıtmalı Özdeşim.
Böyle yapılarda genellikle Bölme savunma mekanizması kullanılır ki bu durumda da onları yüzleştiririz. Ne kadar bölmesi varsa ego kapasitesinin dayanabildiği ölçüde yüzleştirmeler yaparız. Bölme savunma mekanizması, hayatın ilk döneminde kullanılan bir savunmadır. O dönemde kullanılması gelişimsel açıdan sağlıklıdır ama kişi hayatının ileri yaşlarında bütün içeatımlarını iyi ve kötü şeklinde değerlendirdiğinde, kişinin hayatı bundan ciddi bir şekilde etkilenecektir. Kişinin bu savunmayı iş yerinde yaptığını düşünelim. Bir gün patronunun iyi biri olduğunu söylerken, başka bir gün aynı patronu dünyanın en kötü insanı oluveriyor. Bu bölmeleri, evliliğinde de yaptığını düşünün.. Zaten bu yapılar, çok uzun süreli ilişkiler yaşayamıyorlar. İlişki biçimleri hep böyle parça parçadır. Bu yapıların egosunun, zayıf gerçeklik algısı vardır. Hergün işe geç giderken patronunun da kendisine iyi davranmasını bekler. Engellenme toleransı da neredeyse yoktur. Patronundan bir iş için izin istediğinde eğer patronu ona başka bir gün izin almasını söylerse buna dayanamaz. Aynı zamanda dürtü kontrolleri zayıftır. Ego sınırlamaları da yoktur. Kişiliğinin bütün bu yapılarına savunma düzenekleri eşlik ettiğinde bu yapı daha da ağırlaşır.
Mesela, Bordeline’lar terk edilme duygusuna o kadar tahammülsüzdürler ki bu onları aşırı derecede rahatsız eder. Margaret Mahler’in evrelerini hatırlarsak “ayrılma ve bireyleşme” döneminde çocuk bir yerlere doğru keşfe çıkar. Anne, bu kopuşu o kadar yoğun bir duyguyla karşılar ki, çocuk keşfe çıktığı zaman anne çocuğun üstünden libidinal enerjisini çeker. Bu o kadar ağır bir durumdur ki çocuk o an boşlukta kalakalır ve Masterson’ın bahsettiği mahşerin altı atlısını yaşar. Bunlar; “birincisi, anankastik depresyona düşülür ki bu ölümcül bir acıdır ve depresyonun özel bir türüdür. İkincisi, büyük bir panik ve korku yaşanılır. Bu da tıpkı kalabalık bir meydanda annesini kaybeden bir çocuğun dehşeti gibidir. Üçüncüsü, yoğun bir suçluluk duygusu hissedilir. Dördüncüsü, cinayi bir öfke hissedilir. Beşincisi, atalet ve pasiflik hissedilir. Altıncısı ise hiçlik ve boşluk” hissedilir. Çocuk ne zaman kendilik aktivasyonunu sağlasa, anne çocuğa karşı kendi elindeki tek silahı olan libidinal sevgiyi geri çeker. Çocuk bu terk edilme deneyimlerine dayanamadığı için (mahşerin altı atlısına dayanamadığı için) tekrar anneye yapışmaya başlar ve annenin istediği çocuk olur. Annenin çocuğu ne kadar hırpaladığını tahmin edebiliyor musunuz? Kendinden vazgeçip annenin istediği çocuk olan kişi ilerde sağlıklı ilişkiler sürdürmekte zorlanır. Bunu yetişkinlik hayatında da görebiliriz. Kişi yoğun bir şekilde birine aşık olur ama aşık olduğu kişi onu hırpalamasına, zarar vermesine, yok saymasına rağmen bırakamaz. Bu ilişki biçimi, aslında ne kadar da ilk nesne ilişkilerinde olan annesiyle kurduğu ilişki biçimine benziyor değil mi? Bu benzer ilişki biçimini partneriyle de kurar. Bunun için Berderline’ların tek derdi ilişkide kalabilmek, bağlantıda kalabilmektir. Ama bildiği yol da patolojik bir yol olduğu için çocukluk döneminde öğrendiği yolla ilişkiler kurar. Çünkü bildiği cehennem, bilmediği cennetten yeğdir. İzin aldığım bir danışanımdan örnek vermek istiyorum. 34 yaşlarında bir kadın danışanım, Panik Atak şikayetiyle bana başvurmuştu. Sevdiği kişiden ayrıldığı için terk edilmeye dayanamayıp semptom üretmişti. Ona ayrılık o kadar ağır gelmişti ki beden Panik Atak üretmişti. Beraber çalışmamız sonucu Panik Atak’ı çözdüğümüzde, aslında bunun temelinde çocukluk döneminde güvenli bir bağlanımın oluşmamasıydı. Şöyle derdi; “Annemin beni sevdiğini düşünmüyorum. Onun istediği gibi bir çocuk olduğumda beni onaylıyor, ama ben kendi kararlarımı vermek istediğimde, kendi ihtiyaçlarımı gidermeye çalıştığımda yoğun bir şekilde ilgisini ve sevgisini çekiyordu”. Küçükken nasıl annesine yapışmaktan başka çaresi kalmamışsa bugün de yapışmaktan başka çaresi kalmamıştı. Daha önce 3 evlilik yapmıştı. Bu evliliklerinde de yapışıyor, ilgi arıyor, partnerlerinin tüm ihtiyaçlarını görüyordu. O kişiler de ihtiyaçlarını giderdikten sonra onu terk ederlerdi. Aslında onun tek derdi, bir şekilde sağlıklı ilişki kurabilmekti ama genellikle seçtiği kişiler de onu istismar ederlerdi. Bu anlamda seçtiği kişilerin de tesadüfi olmadığı varsayılır.
Ş: Neden hep benzer kişileri seçerdi?
H: Çünkü ilişki kurmak konusunda öğrendiği başka bir yol yoktu. Onu sömürecek, ihmal edecek, kandıracak, ihtiyaçlarını giderdikten sonra da onu terk edecek insanlar seçerdi.Tercihlerini bilinçli seçerdi ama seçimlerinde bilinçdışı etki söz konusuydu. İlk nesne ilişkilerinde öğrendiği şuydu: “annesinin kendisinden istediği kişi olmadığında, onu terk edeceğini ama annesinin kendisinden istediği bir kişi olduğunda ise kendisini seveceğini” sayısız kez deneyimlemişti. Yetişkinlikte bulduğu kişilerin, kendisini terk etmemesi için sömürmelerine izin veriyordu. Sırf ilişkide kalabilmek ve sırf ilişkinin devam etmesini sağlamak için… Terapi sürecimiz yaklaşık 2 yıl devam etti. Bu aşamayla birlikte artık sağlıklı ilişkiler kurduğunu, gerçekten sevdiği ve değer verdiği kişileri hayatına aldığını, çevresindeki insanları bölerek (iyi ve kötü) ilişkiye girmediğini, aslında önceden insanları ayrıştırdığını ve bundan ötürü hem kendisine hem de bir başkasına bütün bakamadığını fark etti. En son ondan haber aldığımda hayatına devam ettiğini ve sağlıklı bir iş sürecinin de olduğunu öğrendim. İlişkilerinde de sağlıklı ve yakın ilişkiler kurabildiği bilgisini aldım.
Ş: Bir de Borderline olgularında, “İmgesel olarak yoğun bir şekilde terk edilme düşlemlerine dayanamadıkları için, kendileri terk ederler.” durumu gözlenir. Bunu biraz açar mısınız?
H: Biz buna “Kaçma” diyoruz. Çünkü kişi, boğulmaktan korkar. Beraber olmak duygusu ona ağır gelir… Buna değinmiştik, “Annesi adeta çocuğu boğarak yoğun bir şekilde seviyordu”. Yoğun ifadesinden kastım, annenin nefes aldırmayarak ilgilenmesi, yapışarak sevmesidir. Bu esasında korkutucu bir sevgidir. Bu çocuk ileride, annesiyle kurduğu ilişkinin aynısını, partnerleriyle de yaşayacağına dair düşüncede bir fantezi geliştirir. Kişi, kendisini terk ettiğinde yaşayacağı o terk depresyonunu yaşamamak için, önce kendisi terk eder. Kişi onu terk ettiğinde; terk depresyonu, umutsuzluk, yalnızlık, cinayi öfke gibi duyguları tolere edemediği için, terk edilmeden terk eder. “İyisi mi ben terk edeyim de o duyguları yaşamayayım” der.
Ş: DSM-5’in Borderline kriterlerinden biri şudur: “Gözünde aşırı büyütme, göklere çıkarma ve yerin dibine sokma uçları arasında gidip gelen tutarsız ve gergin kişilerarası ilişkiler örüntüsü vardır”. Buna bir örnek verebilir misiniz?
H: Bir gün bir danışanım bana geldiğinde “İyi bir terapisti olduğumu, beni çok sevdiğini, seanslara başladıktan sonra (ki sanırım bizim 2. seansımızdı) hayatının pozitif yönde değiştiğini, her şeyin yoluna girdiğini; işinin yoluna girdiğini, eşiyle ilişkisinin düzeldiğini.” söyledi. Buna sadece “hmmm” dedim. Bir terapist, burada “iyi” varsa “kötü” nerededir, diye sormalıdır. Zaten aradan 20 dakika geçmemişti ki bir hikayesine yorum yaptığımda “Hocam siz de her şeyi yanlış anlıyorsunuz, neden böyle yapıyorsunuz, yani ben burada bunu kastetmek istemedim, beni hep yanlış anlıyorsunuz.” Şeklinde cevap verdi. Şu an kötü oldum ama az önce iyi bir terapisttim. Peki burada bütünüyle “kötü” varsa “iyi” nerededir? Kişi Bölme (splitting) savunma mekanizmasını o kadar yoğun kullanır ki bu alanda çalışan meslektaşlarımızın bunu fark etmesi zor olmuyor. Dışarıda hayatın herhangi bir zamanında Bölme yaptığını gözlemleyebilirsiniz. Bu uç noktalar seans içerisinde de olur. “İyi kendilik”ten “kötü kendilik”e geçince, beni orada yok saymaya başladı. “Az önce benim iyi terapist olduğumu ama şu an ise kötü bir terapist olduğumu söylüyorsun. Bana davrandığın gibi sana davranan kimse var mıydı geçmişinde?” dedim. O an gözleri dolmaya başladı ve “Hocam bazen annem iyi bir insan olduğumu, iyi ki onun kızı olduğumu; bazen de seni doğurduğum güne lanet olsun, senin gibi bir evlat olmaz olsun derdi. Bu durum bana o kadar ağır gelirdi ki sanki siz de aynısını bana yapacakmışsınız gibi geldi!” şeklinde cevap verdi. “Ben senin terapistinim, annen değilim, biliyorsun” dedim. Bunu derken rahatladığını hissettim. Burada amacımız, ortadaki bölme çizgisini göstermek ve çizginin bir o tarafına, bir bu tarafına geçiyor olduğunu fark ettirebilmektir. Terapinin başka safhalarında kişiyi yüzleştirdiğimiz zaman iyi ve kötü bütünleşmeye doğru gider.
Ş: Öbür kriter “kimlik karmaşası”…
H: Borderline’larda sabit bir kendilikten söz etmek zor olabilir. Bir ortama girdikleri zaman oradaki ortama göre davranır. Başka bir ortama girdiklerinde de o ortama göre davranır. Onlarda kimlik netliği yoktur. Bazen çok keyifli olurlar ama bazen de morali o kadar düşüktür ki “bu aynı kişi olamaz” dersiniz. Oysa aynı kişidir. Sadece iyi kendilik ve kötü kendilik geçişleri olur.
Ş: Kendine kötülüğü dokunabilecek en az 2 alanda dürtüsellik: örn. para harcama, cinsellik, madde kullanımı, güvensiz araba kullanma, tıkınırcasına yeme…
H: Bir danışanım vardı. Yeme bozukluğu teşhisiyle gelmişti bana. Önce tıkanırcasına yerdi ve ardından bu yemeği dışarı atardı. Hikayesini anlatmaya başladığında insanların kendisini anlamadığını, bu insanlar içinde ilk başta annesinin geldiğini ve iş yerinde de patronunun kendisini hep kötü gördüğünü, belirtti. Yakın ailesinden biri bir gün bana bir sms attı ve şunu belirtti: “Hocam şu an buzdolaba girmiş ve dolapta ne varsa hepsini bitirmek üzere”. İçlerindeki duyguya o kadar dayanamazlar ki o an için yeme dürtüsü gelir ve eyleme vurumlar dediğimiz dürtüsel davranışlar sergiler. Başka bir danışanım, ne zamanki üzüntü ve kaygı yaşarsa, gelişigüzel cinsellik yaşardı. Bir bara giderdi ve tanıştığı herhangi biriyle seks yaşardı. Peki neden? Gerçek duygulara dayanamamasından ötürü. O duygulara dayanabildiği zaman “gerçek kendilik”te kalmış olur ve zaten o dürtüsel eylemler de yaşanmazdı. Fakat “sahte kendlik”te yaptığı seks, sorunlarından kaçması için bir araç haline gelirdi. Bunu yapması hiçbir sorununu çözmez, sorun onun iç dünyasında hep kalır. Bu eylemler zaten içindeki o duyguya dokunmamak için, o ağır duyguyla yüzleşmemek içindir.
Ş: Bir diğer kriter, suisid (intihar) düşünceler…
H: Borderline yapıda suisid ihtimalleri beklenir. Gelecekte de buna teşebbüs etme ihtimalleri genellikle olur.
Ş: Gerçekten ölmek istedikleri için mi suisid girişimlerde bulunurlar?
H: Aslında ölmek istemezler, sadece fark edilmek için suisid düşüncelere veya eylemlere başvururlar. Tek isteği aslında fark edilmek, değer görmektir. Yani, “Bak, ölüyorum. Ölsem, beni sever misiniz? Kendime zarar verirsem, bunu engeller misiniz. Bunu görür müsünüz?” demek.
Ş: Duygudurumunda belirgin bir şekilde tutarsızlık…
H: Anlık bir şekilde duyguları değişebiliyor. Bir anda çökkün olabilirken, bir anda neşeli olabiliyor. Bu hızlı geçişleri, seans sürecinde de gerçekleşir. O an onun isteğine uygun olmayan bir şey söylediğinizde hemen yüz ifadesi değişebiliyor.
Ş: Süreğen bir boşluk duygusu…
H: O boşluk o kadar yoğun hissediliyor ki sürekli bir şeylerle ilgilenmesi gerektiğini hisseder. Bir şeyle uğraşmadığı zaman o boşluk daha da büyür. Sürekli birilerinin yanında olmak veya birilerinin kendisiyle ilgilenmesini ister. Aslında bu boşluk duygusunu gidermek için ihtiyacı olan ilişkiyi arar.
Ş: O kronik boşluk hissini nasıl tanımlıyorlar?
H: “Hocam kendimi bazen o kadar yalnız hissediyorum ki, bazen o kadar boşlukta hissediyorum ki ne yapacağımı bilmiyorum. Bazen kendimi çok yemek yerken görüyorum, bazen de kendimi hiç ihtiyacım olmamasına rağmen alışveriş merkezinde buluyorum, bazen sosyal medyada biriyle flört ederken görüyorum…” Bu aktiviteleri yapması esasında içindeki boşluk duygusuyla baş edebilmek içindir. Genellikle buna benzer eyleme vurumlar yaparlar.
Ş: Bir diğer kriter, kuşkucu düşünceler…
H: “Beni seviyor musun, sevmiyor musun?” diyerek, sürekli karşı tarafın gerçekten onu sevip sevmediği, değer verip vermediği konusunda paranoid düşünceleri vardır. Bu soru bir sefere mahsus değildir; aynı sohbet içinde pek çok kez yineleyebilir. Bunun temeli, çocukluk döneminde annesiyle deneyimlediği ilişki biçiminde yatar. Anne bir bütün ve sağlıklı bir şekilde sevmediği içindir. Anne çocuktan bazen sevgisini çekip, çocuğu bazen de yoğun bir sevgi bombardımanına tutmuşsa çocuk ileriki yaşlarda da partnerinin veya sosyal arkadaşlarının sevgisinden emin olmakta zorluk yaşayacaktır ve kafası karışacaktır. “Gerçekten beni seviyor musun, gerçekten ama?” diyerek, sık sık bunu duyma ihtiyacı içerisindedir. Eğer bu soruya “Evet” yanıtını verdiğinizde “iyi kendilik”teyse bir problem yok ama “kötü kendilik”teyken “evet” dediğinizde “Yok sen beni sevmiyorsun, beni önenmsemiyorsun, senin hayatında başka insanlar var!” şeklinde cevaplar verir.
Ş: DSM’nin Borderline için belirlediği son kriter: “Uygunsuz yoğun öfke ve öfkesini denetlemekte güçlük çekme örn. sık sık kızgınlık gösterme ve sürekli öfkeli olma, sık sık kavgaya karışma”. Borderline için DSM’nin belirlediği bu kriter, Antisosyal Kişilik Bozukluğu olan yapılarda da görülebilir. Bunu birbirinden nasıl ayırt edebiliriz?
H: Evet, bu özellikler Antisosyal Kişilik Bozukluğu yapılarda da vardır ama, Antisosyaller kavgaya karıştığında bundan pişmanlık duymaz. Borderline yapı ise bundan pişmanlık duyar. Borderline’lar kırar, dağıtır. Örneğin, İş yerinde arkadaşıyla kavga edince o an her yeri dağıtabilir. Bazen de self-mutilatif eylemler sergileyerek öfkelerini kendilerine yöneltirler. Duvarları vurma, kesici aletlerle bedeninin herhangi bir yerini çizme gibi… O an içindeki duyguya dayanamayarak öfke patlamaları olur. Ruhsal dinamiği bir bütün olan bireyin kendine zarar vermesi zordur ama onların hayatları o kadar acıklıdır ki… Psikolojik şiddet; sadece bugün değil, dün de hayatlarında vardı.
Öfkenin, etrafa zarar vermeyle kendini ifade edilişinin hikayesi, hayatlarının ilk dönemlerinde başlamıştı. Ayrıca Borderline yapıların yakın akrabaları tarafından cinsel şiddet veya cinsel istismar öykülerinin olduğu bulgulanmıştır. Bir psikanalist olan ve çocuklarla ilgili önemli görüşler ortaya atan Bowlby’nin araştırmaları da göstermiştir ki, güvenli bağlanım oluşturmamış insanların tacize, şiddete ve istismara maruziyetleri önemli ölçüde fazladır.